ru24.pro
Önce Vatan
Октябрь
2024
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31

ZAMANINDA NERDEYİZ?

0
Şu vefat haberlerini aldıktan sonra "ah, çok üzüldüm, harikaydı, çok severdim" paylaşımları neden bana samimi gelmiyor? Bu hafta oyuncu arkadaşımız Vural Çelik genç yaşta vefat etti. Evinde ölü bulundu. Ama epeydir paylaşımlarında rahatsızlıklarından söz ediyormuş. Ben hiç çalışmadım, tanışıklığım yoktur. Sadece sektörden bilirim. Ama ya uzun soluklu çalışmış olanlar? Acaba kaç kere telefonla hatırını sordunuz? Sektöre kırgınmış zaten. Ah, bizim bu vefasızlıklarımız? Ah, bizim bu sonradan vah vah deyişlerimiz? Ah, bizim bu vefayı semt adı sanışımız?

Şimdi gelelim fasulyenin faydalarına!!! Bu tür durumlar aslında modern toplumun iletişim ve ilişkilerinde yaşanan bazı önemli kırılmalara işaret ediyor. Özellikle sosyal medya çağında, insanların duygusal ifadeleri ve empati gösterileri çoğu zaman yüzeysel hale gelebiliyor. Bir sanatçının ya da ünlü bir ismin vefatından sonra yapılan "ah, çok üzüldüm" paylaşımları, o kişi hayattayken gösterilmeyen ilginin, hatırlanmayan vefanın bir tür telafisi gibi sunuluyor. Ancak bu tür paylaşımlar, gerçek bir derinlik taşımadığında ve samimiyetten uzak olduğunda, vicdanı rahatlatmaya çalışan birer performansa dönüşüyor.

Bu tür bir vefasızlık, özellikle yaratıcı sektörlerde, yani oyuncular, sanatçılar, yazarlar gibi bireylerin sıkça yalnızlık ve güvencesizlik içinde yaşadığı alanlarda daha fazla kendini hissettiriyor. Bir sanatçı olarak sahnede veya ekranda ışıldayan biri, belki perde arkasında yalnızlık, anlaşılmamışlık, ya da fiziksel ve duygusal sorunlarla boğuşuyor olabilir. Ancak bu sorunlar sıkça göz ardı edilir. Meslektaşları ya da sevenleri, kişi vefat edene kadar onun yanında olmayı, destek olmayı ihmal edebilir. O kişi hayattayken ona gösterilmeyen ilgi ve sevgi, vefatından sonra ani bir üzüntüyle ortaya çıkabilir, ama bu duygular geçmişte gösterilmemiş samimiyeti telafi etmez.

Vefayı bir semt adı sanmak , toplumun bu yüzeyselliğine derin bir eleştiri getiriyor. Vefa, gerçek anlamıyla, hayattayken ilişkilere, dostluklara, meslektaşlıklara emek vermekle, ilgi göstermekle ilgilidir. Ancak bizler çoğu zaman bunu erteliyor, ihmal ediyor, karşı tarafa ne kadar değer verdiğimizi, ona ne kadar ihtiyacımız olduğunu ancak onu kaybettiğimizde fark ediyoruz. Bu geç fark ediş, aslında kişinin vefasızlık duygusunu da ortaya çıkarıyor. Vural Çelik gibi sanatçılar, sektöre kırgın olduklarını belirttiklerinde, bu sadece kişisel bir deneyim değil, aynı zamanda sektörün ve toplumun insanlara nasıl yaklaştığının bir yansımasıdır. Sonradan "vah vah" demek, aslında bir nevi pişmanlık ifadesi. Fakat pişmanlık, eyleme geçmeyen, bir değişim yaratmayan bir duygu olarak kalırsa, bir sonraki kayıpta yine aynı döngü devam eder. Bu nedenle asıl sorgulanması gereken, sadece bir kaybın ardından gelen paylaşımlar değil, hayattaki insanlarla kurduğumuz ilişkilerin ne kadar derin, samimi ve sürekli olduğudur. Vefat haberi beklenmedik bir anı hatırlatır; hayatın kısa olduğunu, insanların kıymetini hayattayken bilmenin ne kadar önemli olduğunu. Ama bu farkındalık sadece o anlık kalırsa, gerçek vefayı hiçbir zaman öğrenemeyiz.  Belki de sanat camiasında bu kadar yoğun yaşanan kırgınlıklar, insanların birbirini sadece "başarı" ve "başarısızlık" üzerinden değerlendirdiği bir sistemin sonucu. Oysa ki, insan olmanın asıl kıymeti, birinin yanında olmanın, zor zamanlarında desteği sunmanın, bir telefonla hal hatır sormanın basit ama çok güçlü eylemlerinde yatar.

HANİ NERDE YEMİNLER



Bir kez daha  korkunç bir haberle sarsıldık. Bir grup sağlık profesyonelinin, doktor yeminini unutarak 12 bebeğin ölümüne neden olması, insanlık adına büyük bir utanç kaynağı. Peki, biz ne zaman bu kadar insani duygularımızı kaybettik? Nereye doğru gidiyoruz? Bu tür olaylar, sadece bireysel hatalar olarak görülemez. Toplum olarak insani değerlerimizi, ahlaki ölçütlerimizi ve vicdanımızı nerede yitirdiğimizi sorgulamamız gerekiyor. Eğitim sistemlerimizde başarı odaklı bir yaklaşım hakimken, etik değerler ve vicdan eğitimi geri planda kalıyor. İnsanlar teknik bilgiyle donatılıyor, ancak bu bilginin arkasında olması gereken empati ve insan sevgisi unutuluyor. Empati yoksunluğu, bireylerin birbirlerine olan bağlarını koparıyor. İnsani ilişkilerdeki derinlik kayboluyor. Her şey hızla tüketilirken, insan da adeta birer "vaka" haline geliyor. Oysa sağlık sektöründe çalışan biri için karşısındaki insan, sadece bir hastadan ibaret olamaz. Onlar birer can taşıyor, umutları, acıları ve sevdikleri var. 

Ancak sağlık sistemi içindeki ağır yükler, ekonomik baskılar ve duygusal tükenmişlik, birçok sağlık çalışanını bu insani değerlerden uzaklaştırabiliyor. Bu, sadece bireysel bir sorun değil, aynı zamanda sistemsel bir çöküşün göstergesi. Empati, vicdan ve sorumluluk gibi temel insani değerler zayıfladığında, bu tür trajediler kaçınılmaz oluyor. Bu noktada toplum olarak şapkayı önümüze koyup, bu değerleri nasıl kaybettiğimizi ve nasıl yeniden inşa edebileceğimizi düşünmeliyiz. Sağlık sektöründe çalışanlar başta olmak üzere, her birey insan hayatının kutsallığını hatırlamalı ve bu bilinci taşımalı. Aileden başlayarak eğitim sistemine, medyadan toplumsal yapıya kadar her alanda insani değerlerin güçlendirilmesine ihtiyaç var. Medyanın da bu tür olayları sadece skandal olarak ele almak yerine, toplumda bilinç ve empati yaratacak bir dil kullanması gerekiyor.  Sonuç olarak, yaşanan bu korkunç olay, toplum olarak nereye gittiğimizi sorgulamamıza sebep olmalı. Empatiyi, vicdanı ve ahlaki değerleri yeniden inşa etmezsek, bu tür trajedilerin önüne geçemeyiz.

İşte size "Hekimlik Yemini"

Hekimlik mesleğinin bir üyesi olarak;

Yaşamımı insanlığın hizmetine adayacağıma,

Hastamın sağlığına ve esenliğine her zaman öncelik vereceğime, Hastamın özerkliğine ve onuruna saygı göstereceğime,

İnsan yaşamına en üst düzeyde saygı göstereceğime,

Görevimle hastam arasına; yaş, hastalık ya da engellilik, inanç, etnik köken, cinsiyet, milliyet, politik düşünce, ırk, cinsel yönelim, toplumsal konum ya da başka herhangi bir özelliğin girmesine izin vermeyeceğime,

Hastamın bana açtığı sırları, yaşamını yitirdikten sonra bile gizli tutacağıma,

Mesleğimi vicdanımla, onurumla ve iyi hekimlik ilkelerini gözeterek uygulayacağıma,

Hekimlik mesleğinin onurunu ve saygın geleneklerini bütün gücümle koruyup geliştireceğime,

Mesleğimi bana öğretenlere, meslektaşlarıma ve öğrencilerime hak ettikleri saygıyı ve minnettarlığı göstereceğime,

Tıbbi bilgimi hastaların yararı ve sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi için paylaşacağıma,

Hizmeti en yüksek düzeyde sunabilmek için kendi sağlığımı, esenliğimi ve mesleki yetkinliğimi korumaya dikkat edeceğime,

Tehdit ediliyor olsam bile, tıbbi bilgimi, insan haklarını ve bireysel özgürlükleri çiğnemek için kullanmayacağıma,

Kararlılıkla, özgürce ve onurum üzerine, Ant içerim.

HELAL OLSUN



Seren Serengil'i hep sevmişimdir. Sanat camiasında ailelere dayanab hukukumuzda vardır. Ekranda zaman zaman sert ve açık sözlü bir tavır sergileyebilir, hatta bazı durumlarda eleştirilerin odağı olabilir. Ancak, onun bu duruşunun ardında aslında ne kadar büyük bir kalp taşıdığını bilenlerdenim. Ekranda yalnızca işini yaptığını, ama gerçek yaşamında çok farklı ve derin bir insan olduğunu bilirim. 

Özellikle hayvan hakları savunuculuğu konusunda yıllardır çok aktif bir şekilde çaba gösteriyor. Hayvan katliamlarına karşı verdiği mücadeleye önderlik etmesi, bu alanda farkındalık yaratmaya çalışması gerçekten büyük bir alkışı hak ediyor. Göz önünde olan bir insan olarak, bu konuları gündeme getirmesi ve toplumun dikkatini çekmesi çok kıymetli. Kendi hayatında da birçok zorlukla karşılaşmasına rağmen, enerjisini ve tutkusunu topluma fayda sağlamak için kullanması, ona olan saygımı ve sevgimi artırıyor. Onun liderliği, hayvansever camia için çok önemli bir rol oynuyor. Sadece sosyal medya üzerinden ya da medyadaki rolüyle değil, sahada bizzat bulunarak da bu mücadelenin ön saflarında yer alıyor. Bu yüzden, Seren Serengil'in ekranda görünen yüzünün ardındaki gerçek kişiliği hep çok takdir etmişimdir. O, sadece işini yapan biri değil, aynı zamanda duyarlı ve sorumluluk sahibi bir insan. Seren Serengil'in özellikle barınaklardan kurtardığı hayvanlara olan bağlılığı ve hayvan katliamlarına karşı gösterdiği sert tavır, onun bu konudaki kararlılığını gözler önüne seriyor. Barınaklarda yaşanan kötü muameleler, ihmal edilen hayvanlar ve kısırlaştırma adı altında yapılan katliamlar konusunda sesini yükseltmekten asla geri durmuyor. Hem sosyal medyada hem de sahada bizzat yer alarak, bu olaylara karşı sonuna kadar direniyor. Seren, bu konuların üzerine cesurca giderek birçok hayvanın hayatını kurtarıyor ve onların daha iyi koşullarda yaşaması için aktif bir şekilde mücadele ediyor.  Bu süreçte karşılaştığı zorluklara rağmen, hiçbir zaman geri adım atmadı ve mücadelesine hep devam etti. Onun bu kararlı duruşu, toplumun dikkatini bu sorunlara çekmekte ve birçok insanın da bu konuda bilinçlenmesini sağlamakta büyük rol oynuyor. Seren, hayvan hakları mücadelesinde sadece bir savunucu değil, aynı zamanda bu mücadelenin ön saflarında direnen biri. Seversiniz, sevmezsiniz ama vicdan ve merhamet ve yaradanın yarattıklarına sahip çıkmak konusunda sarılıp kucaklamalısınız.

YAŞAMAK

Öküzüyle tarlasını sürerken sıradan bir günün sessizliğiyle kendini dinleyen Fugui’nin anlattığı bir yokuş aşağı yuvarlanış hikâyesine eşlik etmeye ne dersiniz? Öyleyse uzak diyarlardan gelen ancak kendinizden epey bir şey bulacağınız Yu Hua’nın yazdığı Yaşamak adlı romana kulak verin! Özellikle yetişkin yaş grubuna hitap eden romanı, sade ve sürükleyici diliyle bir solukta okuyacağınızdan eminiz. Gelin, sizi Çin’in kızıl topraklarına yolculuğa çıkaran romanın içeriğinden kısaca bahsedelim. Roman, 1966-1976 yılları arasında Çin’de yaşanan Kültür Devrimi’nin getirdiği toplumsal değişimleri konu ediniyor. Eser, kurmaca bir hikâyeye sahip olsa da yola çıkış noktası gerçek bir toplumsal olaya dayandığı için oldukça etkileyici ve gerçekçi ögeler barındırıyor. Toplam 210 sayfadan oluşan roman, Doğunun sözlü geleneğine sırtını yaslayarak gelişen toplumsal olayları, gündelik hayat pratikleri bağlamında sade bir dille ele alıyor. Zengin bir ailenin oğlu ve romanın ana kahramanı olan Fugui, bütün aile servetini kumarda kaybediyor ve bundan sonra hayatı bütünüyle değişiyor. Yazar, hem ana anlatıcı hem Fugui’nin dilinden olmak üzere iki anlatıcının sesine yer veriyor. Kültür Devrimi ekseninde yaşanan toplumsal değişimin kırsaldaki yansımaları; Fugui’nin kaybediş, kayboluş, yokluk, yıkım, pişmanlık, ölüm ve her şeye rağmen umutla dolu çarpıcı anlatımında can buluyor.

Yaşamak adlı kitabın 1993 yılında Çin’de yayınlandıktan hemen sonra yasaklandığını ve günümüzde hala yasaklı olduğunu biliyor muydunuz? Roman, Çin Kültür Devrimi’nin yarattığı derin toplumsal kırılmaları ve yoksulluğu eleştirel biçimde anlattığı için yasaklanır. Konuyu etkileyici bir kurguyla ele alışı ve sade dili sayesinde evrensel bir üne kavuşan roman; bu özellikleriyle çoktan modern klasikler arasında gösterilmeye başlanır. Orijinal dili Çince olan kitap, Türkiye’de ilk defa Bahar Kılıç’ın çevirisiyle 2016 yılında yayımlanır. Yasaklanmasına rağmen kamuoyunun dikkatini hemen çeken roman, 1994 yılında Çinli yönetmen Zhang Yimou tarafından “To Live” (IMDb: 8.3) adıyla beyaz perdeye aktarılır. Çin’de yasaklanan film, 1994 yılında Cannes Film Festivali’nde Büyük Ödül’e layık görülürken 1995’te BAFTA ödülünü kazanır. Roman, özellikle beyaz perdeye aktarıldıktan sonra tüm dünyanın haberdar olduğu bir eser haline gelir. Filmin yarattığı bu rüzgarın etkisiyle başta İngilizce olmak üzere farklı dillere çevrilen roman, ABD ve Avrupa’da çok satanlar listelerinin zirvesine yerleşir. Dilerseniz siz de romanı okuduktan sonra "To Live" filmini izleyip Fugui’nin iç acıtan hikâyesine bir de beyaz perdenin büyülü atmosferinde tanıklık edebilirsiniz. Keyifli okumalar.