İslam'ı aşkla yaşayanlar: Ezeli bir kavganın izdüşümleri
Mehmet Nezir Gül
Her ikisi de Allah’a adaklarını sunacaklardı.
Tartıştıkları konuda kimin haklı olduğu böylece ortaya çıkacaktı. Kimin adağı kabul edilirse o haklı demekti.
Habil hayvancılık yapıyordu, sahibi olduğu ve emanetçisi olduğu hayvan sürüsü vardı.
Kendi mallarından en besili, en güzel, en sevimli olanı (bir rivayette en taze hayvansal ürünleri) seçti ve adak alanına getirdi.
Kabil de ziraatçılık yapıyordu. O da ot, ağaç, çiçek ne bulduysa bir demet (bir rivayette sebze-meyveler) getirmişti. Çok önemsemiyordu. Çünkü hem kendisini haklı görüyor hem de sunduğu şeyleri hazırlarken özenmemişti.
Adaklar bırakıldı ve beklemeye geçildi. Çok geçmeden gökten inen beyaz bir ateş parçası Habil’in adağını yakmıştı. Yani o haklıydı, onun kurbanı kabul edilmişti.
Kabil zaten hırçın, öfkeliydi. Bu sonuç üzerine daha da celallenmişti.
“Andolsun seni öldüreceğim!” dedi.
Kötü insanlar, kötülüğe odaklanmış insanlar hemen kötü işler yapmaya yönelirler. Kabil de öyle yapmıştı. Habil ise önce bir duruma açıklık getirdi:
“Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder.” dedi öncelikle.
Gerçekten de insan Rabbine karşı itaatkâr olmalı. Verdiği hükme razı olmalı. Ona başkaldırma yoluna gitmemeli. Bu tespiti yaptıktan sonra da kardeşinin kötü niyet veya tehdidine karşı kendi yaklaşımını ifade etti:
“Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim.”
Kabil bu cevaba daha da öfkelendi. Çünkü o, Allah’ın emrini çiğnemiş ve yeni bir suç daha işlemek istiyordu sanki. Bunu yaparken de kendince bazı haklı gerekçeler oluşturmak istiyordu ama Habil, tüm hesaplarını bozuyordu. Ve kıyamete kadar da bir örneklik teşkil ediyordu.
Ve Kabil hemen saldırıya geçti. Habil ise onu öldürmek için hamle yapmadı.
Öfke ile kalkan, Allah’ın emrine isyan için davranan Kabil, katil olmuştu.
Habil ise ilk mazlum, ilk şehid.
Cesed ortada idi, suç delilini kaldırmak istiyordu ama ne yapacağını bilemiyordu. Uzun uzun düşündü ama bir çıkış bulamadı. Bir ara gözüne bir karga ilişti. Karga, gagalarıyla toprağı eşeliyor, çukur açıyordu. Allah o kargayı göstermişti. Bir hayvan kadar, basit bir kuş kadar olamamıştı. Kızdı kendi kendine.
“Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?”
Elleriyle açtığı çukura kardeşini gömdü.
“Haksız yere öldürülen hiçbir kimse yoktur ki onun kanından Âdem’in birinci oğluna bir pay ayrılmasın. Zira cinayeti âdet edenlerin ilki odur” denilerek bu olaya atıfta bulunulmuştur (Buhârî, “Cenâiz”, 33, Müslim, İbn Mâce, Tirmizî, Nesâî).
(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, ‘andolsun seni mutlaka öldüreceğim’ demişti. Öteki, ‘Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder’ demişti. (27)
Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. (28)
Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır. (29)
Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu. (30)
Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. ‘Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?’ dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu. (31)
Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitapta) şunu yazdık: “Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” Şüphesiz peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler. Ama bundan sonra da onların çoğu yeryüzünde taşkınlık göstermektedirler.” (32) (Maide, 5/27-32)
***
Habil bize kanıyla, tavır ve yaklaşımıyla nice mesajlar vermişti.
Allah’ın koyduğu esaslara tereddütsüz uymalıyız.
En sevdiğimiz şeylerden O’nun yolunda infak etmeliyiz.
Meselelere kişisel gurur ve enaniyet çerçevesinden bakmamalıyız.
Haset ve kıskançlık, insana pek çok kötülüklerin kapısını aralar.
Kardeşler olarak birbirimizle didişmemeliyiz. Böyle bir hâl yaşadığımızda da hak ve hakikatten yana tavır almalıyız.
Hakemlik yapmak üzere güvendiğimiz ve şartları taşıyan bir şahıs veya gruba yetki verdiğimizde onun kararına uymalıyız.
Kötülüğe vesile olduğumuzda, bizi örnek alanların işlediklerinden bize de bir acı pay düşer. Aynı husus hayırlı ameller için de geçerlidir.