Bana çok benziyordu
İlk kitabı Lo’nun Gereklilik Kipleri’ni eline alan Dilek Altundağ kitabı için, “Kitabım yaşadığım yere aitti. Elime aldığımda bana çok benziyordu” diyor.
*İlk eseriniz yayınlandığında neler hissettiniz?
Kurgusu sürekli değişen bir hayatta yaşıyoruz, der Mustafa Uçurum. Anlık değişimlere tanık olduğumuz bir çağda yaşıyoruz evet. Masumiyetini yitiren bu çağın karanlığına bir mum yakmak arzusundayım. Edebiyatın özü yaşama dönüklüktür. Ben de yaşadıklarımdan yola çıkarak yazdığım öykülerimi çeşitli dijital dergilere gönderdim. Öykülerimi birkaç dijital dergiye eş zamanlı yolladım hemen yayımlandı. Tabii ki heyecanlandım. Fakat her yazar gibi içi boş bir güvene kapılarak yerimde saymamak için öykülerimin iklimini farklı okumalarla besledim.
*Kitabınızı elinize alınca ilk olarak ne yaptınız?
Toplumsal hayatın açık ve saklı baskıları karşısında bireyin yaşadığı zorunlu ve seçilmiş yalnızlıkları sancıları, geçmişe ışığını düşüren tuhaf karşılaşmaları, absürtlükleri, hüsranla sonlanan arayışların öykülerinden oluşuyor ilk kitabım. Kırk yıllık bir hayatın süzgecinden geçen bu öykülerimin son durağında olduğumu ilk kez kitabımın kokusunu hissettiğimde anladım. Sayfalarda kelimelerime dokunurken Cansever’in mısraları dilimden dökülüyordu. Bir yazarı kelimelerinden tanırsınız. Kendi yerliliğinden tanırsınız. Kitabım yaşadığım yere aitti. Elime aldığımda bana çok benziyordu.
nKitabınızı ilk kime imzaladınız?
2023’te Filistinli Kardeşlerimize Mektup yarışmasının birincisi, 11. sınıfa giden oğlum Eray Altundağ’a imzaladım ilk kitabımı. Onun da edebiyatla ünsiyeti daha çocuk yaşlarda başladı. Kitap kokan bir evde büyüdü. Kendi bütünlüğü olan, bağımsız temalardan oluşan öyküler yazdık birlikte. Aynı çatının altında yazma yolculuğumuzda birbirimize destek olduk. Kitap kargosu gelir gelmez kitabımı elime veren ilk imza heyecanıma ortak olan da oğlumdu.
nYazmaya nasıl başladınız?
Küçükken yaz tatillerimi köyde geçirirdim. İmge gücüm sınırlı da olsa dut ağaçlarının dallarında, babaannemin evinin arkasındaki bayırda “koca kaya” denilen o özel evcilik oynadığım yerde defter sayfalarından kitapçıklar yapardım. Kenarlarını süslediğim kitabıma köyde yaşadıklarımı, günlüklerimi, mektuplarımı, öykülerimi yazardım.
İÇIMDEN GELDIĞI ZAMAN YAZARIM
nGece mi yazarsınız, gündüz mü?
Kendi yazı adamı kurabilmek için günün belli bir zamanında yolculuğa çıkmam. İçimden geldiği zaman yazarım. Daha doğrusu kendimle baş başa kaldığım zamanlarda. Yazmak zahmetli bir iş değil benim için. İllaki gündüz ya da gece yazma ritüellerim de yok. Adanmışlık bekler yazı. Yalnızlık ister. Bir şeyin ruhuma derin bir etki işlemesi her an beni başka kıyılara taşıyabilmesiyle mümkün. Zaman mefhumuna tutsak etmiyorum kelimelerimi.
nDefter mi, bilgisayar mı?
Defter elbette. İlkin deftere yazarım öykülerimi. Kalemimle defterim sessiz çığlıklarımdır benim. Kendimle baş başa kalma yolculuğumda bana eşlik eden dostlarım... Derin sessizliğe çekildiğim demlerde kâğıtla kalemimle dertleşirim. Kalemlerim karakterlerimi canlandırır. Ete kemiğe bürünür satırlarda. Masasız bir yazı düşünemem. Yazı maceram masamda başlar. Öylece de sürer. İnzivaya çekildiğim mekânımdır yazı masam. Defterimse yaşamımın bir pusulasıdır. Kalemim, defterim masada bekler beni her daim. Kaldığım yerden devam etmem için beni yazma serüvenime davet ederler âdeta.
İyi romanların iyi öykülerden geçtiğini sizden öğrendim