Vefatının 50. yılında Nihad Sâmi Banarlı
Nihad Sami Banarlı, Meydan mecmuasındaki yazılarından birinde Tevfik Fikret’in doğumunun 100. yılında İstanbul Üniversitesi’nde yapılan bir törenden bahseder. Bakanlar, Rektör Egeli, Kaplan Hoca konuşmuş, Kenan Akyüz’ün ve Munis Faik Ozansoy’un da birer konuşmaları olmuş. Banarlı, konuşmalarda tekrara düşüldüğünden yakınıyor. İki saatlik program dört saate uzadı diyor. Melahat Mansuroğlu da Fikret’in kadın meselelerindeki fikirlerini anlatmış. Galatasaray Lisesi adına yapılan bu konuşmayı birileri TDK adına yapılıyor sanmış. Çünkü Mansuroğlu “uydurma kelimeleri” sıkça kullanmış. Bu tören 24 Aralık 1967’de pazar günü öğleden sonra Fen Fakültesi Konferans Salonunda gerçekleşiyor. Bir gün sonra 25 Aralık sabahı da Edebiyat Fakültesi’nde bir tören tertip ediliyor. Yine aynı kişileri salonda görüyoruz ancak Ömer Faruk Akün burada, Fikret’in aksayan yönlerini de eleştirmek gerekir diye söze başladığı bir konuşma yapıyor. Talebeden de epey ilgi görüyor. Banarlı, Tevfik Fikret seminerinin bir önceki toplantıdan daha kaliteli ve heyecanlı geçtiğini dile getiriyor. Semineri Kaplan’ın “sızıltısız” idare edişini nazik ve ustalıklı buluyor. Bu anma programından yaklaşık altmış yıl sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Kurul Odasında Banarlı’yı ölümünün ellinci yılında yâd etmek için toplandığımızda söze Fikret ihtifalini hatırlatarak başladım. Muhtelemen aynı salonda olduğumuzu ifade ettim ve bundan duyduğum heyecanı paylaştım. Karşımdaki mümtaz kalabalık içinde Şeyma Güngör Hoca da vardı ve kendisi Fikret programının o binada hangi amfide yapıldığından bahsetti. Banarlı, yazısında bahsetmese de o gün Köprülü’nün Fikret risalesi üzerine konuşmuş.
Nihad Sami Banarlı, Edirne yıllarından beri birtakım hastalıkların gidip gelip kendisini yoklamasından muzdaripti. Ömrünün son yıllarında oğlu Ilgaz’ın ağır şizofreniye yakalanması onu büsbütün bir yıkıma götürmüştü. Kan hastalığına yakalandı. Hayatının son yılında hızla zayıflamaya, kuvvetini yitirmeye başladı. Artık nefes almakta bile zorlanınca hastanede tedaviyi kabul etti. İki ay Çapa’da yatarak tedavi gördü. Eve geçişinden kısa bir süre sonra 13 Ağustos 1974’te tekrar kaldırıldığı hastane odasında vefat etti. Vefat ettiğinde o haftanın Meydan mecmuasında son yazısı yayımlanıyordu.
BANARLI’NIN YAHYA KEMAL İLE DOSTLUĞU
Kubbealtı Vakfı ve İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünün müşterek gayretleriyle 22 Ekim 2024 Salı günü Edebiyat Fakültesi Kurul Odası’nda vefatının 50. yılında Nihad Sâmi Banarlı’yı anma programı tertip edildi. Konuşmacılar Kâzım Yetiş, Abdullah Uçman ve bendeniz, Ali Şükrü Çoruk’un başkanlığında kürsüye geldik ve konuşmalarımızı yaptık. Abdullah Uçman, Banarlı’nın Yahya Kemal’le dostluğu ve şaire dair çalışmalarını ele alan bir tebliğ sundu. Yahya Kemal’in, Banarlı’ya hangi vesilelerle iltifat ettiği, Banarlı’nın Yahya Kemal kitaplarını yayıma hazırlama süreçleri üzerinde durdu. Türk edebiyatı tarihi yazıcılığı ile ilgili dikkatlerini çeşitli vesilelerle dile getiren Kâzım Yetiş de o günkü konuşmasını Banarlı’nın muhallet eseri Resimli Türk Edebiyatı Tarihi’ne ayırdı. Yetiş, geçmiş yıllarda bu eserin özellikle fizikî çehresinin elden geçirilerek yeniden yayımlanması için bir dönem müsteşarlık yapan Necat Birinci nezaretinde gösterdiği çabadan bahsetti, bu eserin Köprülü geleneği içerisindeki yerine değindi.
TÜRKÇENİN SIRLARI ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
Toplantının son konuşmasında söz bana geçti. Banarlı’nın Meydan mecmuasında Emin Bayrakdaroğlu müstearıyla yazdığı, aslında ölümünden iki yıl önce yayımlanan büyük eseri Türkçenin Sırları’ndaki meselelerin zemini olan yazılarından bahsettim. Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’nın biyografi kitaplarının nüvesi olan Banarlı biyografisini yazarken bu yazıları ele alamamıştım. 50. yıl toplantısı bu yazılara dönmeme vesile oldu. Onları, buradaki yirmi dakikalık konuşmada tasnif etmekle yetindim. Daha geniş dikkatlerimi yazmaya devam ettiğim bir makalede ele alıyorum. Meydan’daki yazılarda Türkçenin Atatürk ve İnönü döneminde nasıl muamelelere maruz kaldığı, Türkiye’de solun Rusya güdümünde millî-manevî değerlerle Türkçeyi nasıl sığlaştırdığı, siyaset müesseselerinin ve TDK gibi cemiyetlerin Türkçeye müdahaleleri gibi eleştiriler öne çıkacaktır. Nihad Sâmi Banarlı, benim Türkçeye olan itimadımı, imanımı kuvvetlendirmiş bir isim olarak daima hayırla yâd edeceğim bir şahsiyettir. O salondaki konuşmada da Banarlı’nın dile estetik bir nazarla yaklaştığını, dil çalışmalarının kuruluğundan uzakta bir üslupla dili bir ruha büründürdüğünü, beni de böyle teshir ettiğinden bahsettim.
Dinleyiciler arasında Banarlı’yı bizzat tanımış, uzun yıllar yanında bulunmuş, hatta bütün çocukluğundan itibaren Banarlı çevresinde yetişmiş, onu kabrine bile indirmiş kimseler vardı. Bu heyecan verici kalabalık karşısında konuşmanın ürpertisini hâlâ duyuyorum. Bu isimlerden biri de Şeyma Güngör Hoca’ydı. Sekiz yıl İstanbul Fetih Cemiyeti’nde Banarlı’yla çalışmış, hocası hakkında makale hacminde bir de biyografi yayımlamıştı. Şeyma Güngör, hocasına dair birtakım hatıralarını dinleyicilerle paylaşmak lütfunu gösterdi. Salonda, benim Banarlı biyografisini yazmama vesile olan TKHV Başkanı Şerafettin Yılmaz ve program öncesi sohbetinden istifade ettiğim, Banarlı’nın oğlu Ilgaz hakkında kaydedilmemiş malumatı sunan Sinan Uluant Bey de vardı. Mustafa Tahralı ve Baki Bilgin de programa iştirak eden diğer kıymetli isimlerdi. Kubbealtı Vakfı adına programın yükünü çeken İpek Dağlıoğlu Hanım da nezaketi ile işleri hafifletti. Program sonunda Vakıf adına Sâmiha Ayverdi’nin Mektuplar 14 ve Süheyl Ünver ile Uğur Derman’ın mektuplaşmalarından müteşekkil Gurbetnâme kitaplarını hediye etti.
Daha sonra Bölüm Başkanlığı vazifesi uhdesinde olan Ali Şükrü Çoruk’un odasında konuşmacılar, Şeyma Güngör ve Hatice Tören ile bir arada bulunduk. Bu odada yıllarca Mehmet Kaplan’ın oturması vesilesiyle sohbetin esasını bölümün yaklaşık elli yıllık mazisine dair hatıralar şekillendirdi. Saatler süren bu sohbetin dinleyicisi olmak bahtiyarlığını daima hatırlayacağım. Bunca hatıranın, bu büyük mazinin tarihinin yazıldığının müjdesini vererek bitireyim. Ali Şükrü Çoruk Hoca, 1800’lerin sonundan başlayarak Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nün tarihini yazıyor. Hatta sona gelmiş. Bu yazı vesilesiyle o gün bir arada bulunma şerefini yaşadığım âlimlere selamet ve hayırlı ömür, başta Nihad Sâmi Banarlı olmak üzere göçenlere rahmet dilerim.