ru24.pro
World News in Turkish
Ноябрь
2024
1 2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30

Şeytanın düdüğünü kim üfledi?

0

MORAVİ RÜSTEM EFENDİ


Canlarım, çattı yine bir telâki,

An-samîm muhabbet arz ederim.

Ammâ-ba‘d; zaman zaman dükkâna kibâr-ı üdebâ ve zürefâdan âdemler geliyor; tabii, fakirin kara kaşı, kara gözlerine müştak olduklarından değil! Ya neden? Mahzâ dükkanda saçılıp dökülen ilm ü irfana olan fart-ı hürmet ve meclûbiyetlerinden elbette. Şüphesiz tefâhur fena bir illettir, lakin ilm ile böbürlenmekte beis yoktur netekim.

Her he hâl ise. Böyle dehşetli meclislerden biri akdolundu idi, öyle hâletler zuhur etti, öyle tecelliler ayân oldu kim, tarifi kaleme gelmez. Hoca İsmail, memleketin yetiştirdiği hesapsız ulemadan bahsetti, şimdiki düşünür (galiba aydın diyorlar) taifesinin neyi, ne kadar düşünebildiğine dokundurdu; ben fakir bazı ulema taslaklarının da kimin vâsıta-i şerri olduğuna işaret ettim filan derken haylidir memleket haricinde ikameti ihtiyar eden Hoca Yahya çıkageldi.

Yahya’nın sakallar bi’l-külliye beyaza bürünmüş, vücudunun bütün maddi yükleri alınmış, çehresi azıcık küçülmüş ve nur ile cilalanmış, derisi hafif çekilmiş elleri üzerinde benekler belirmiş filan. İki ön dişi arası bir parça ayrık, kelimeler ağzından çıkarken hafif pelteklik ve ıslık hissediliyor, gözlerdeki keskin bakışlar hâlâ diri, sanki bir alay kâfirle cenk etmiş de mesela bir parça sopayla hepsinin canına okumuş, ördek sürüsü gibi kaçışmışlar ve saire. Meğer bir süre kapıdan sokulmadan bizi dinlemişmiş.

Girince doğrudan lafa daldı. Bakışlarını bana tevcih edip, “Baba Rüstem, isabet buyurdun. Bu memleket nice bin âdemler yetiştirmiş; basküle çekilseler bilmem kaç Herkül’ü fezaya uçurur! Fakat arada birtakım işe yaramaz kimesneler de zuhur etmiş, tabii. Memleketin havasını kararmış ciğerlerine doldurup suyunu içen ve fakat Garplı si-yu-nist (demek oluyor ki, [si-yu] görüşürüz; [nîst] siz birer hiçsiniz!) şeytanların düdüğünü üfleyen türedi tipler de olmuş.

Sözümü ucundan alıp böyle yüksek perdeden ve alenen mevzu‘a giren Hoca Yahya’ya kilitlenmişti bütün bakışlar. Sesi haşin, tok ve pürüzsüzdü. Bizim hayret ve öfkeli nazarlarla ve gûş-ı dikkatle dinlediğimizi görünce kaldığı yerden devam etti: Geçende bir yerde okudumdu. Vaktiyle cihet-i Acem’de tavattun eden, Ermeniyyü’l-asl bir zât varmış. Anadolu’da doğmuş imiş, bilahare Acem diyarında meks ü ârâmı tercih etmiş.

Golan-zâde Feth Allah-dâr denen bu hergele Anadolu’dan ve Türkistan’dan nice bin İslam evladını efkâr-ı mefsedetkârânesine meftun etmiş, türlü türrehât ile memlû kitaplar yazmış, mecmualar neşretmiş filan. Sonra âlemi haraca bağlamış, kepçeyle toplayıp kaşıkla dağıtmış, Türk adını ve dilini kullandığı enternasyonal âyinler tertip etmiş vesaire. Nihayet habis ruhu, kokuşmuş bedeninden ayrılmış.

Tabii, her ölümlü gibi onun da defni icap ediyormuş. Alelumum bir İslam kabristanına gömülmek şerefinden bile mahrum kalmış. Bir bahçede eşilen çukura bırakılmış, etrafında ağlamaklı kalabalığın ne gözleri görünüyormuş, ne gözyaşları ne de masklarla örtülü ağızları. Neyse, gömüvermişler herifçioğlunu. Ardından bir kıyamettir kopmuş; dağılan sâliklerin bazısı, “efendi hazretlerinin bütün varlığı bizimdir,” diğer bazısı, “haşa, efendi hazretleri göçmeden önce nesi varsa bize emanet etti” filan demiş.

Ben araya girdim; Yahya dedim, yetişir. Dersimizi aldık biz. Tüccarın zararı yoktur, fakat din bir malzeme-i ticaret de değildir, olabilemez!

Sonra bir tur daha çay ikram edip dağıttım cümle ihvânı…


Bavula sığan şiirler

Renkli pulların gizemli dünyasına yolculuk

Osmanlı Şiir Tarihi’nin mukaddimesi