Tüyap’a nasıl gittim!
İRFAN SAİM
Sevgili karilerim
Bilirsiniz, bende kitap, sahaf, müzayede ve fuar denince akan sular durur. Eskilerden kitap fuarlarını kırmızı çizgim addeder, oradan oraya fuar fuar dolaşırdım. Sadece İstanbul’daki fuarları gezmekle kalmaz, yakın çevredeki şehirleri de bu vesile ile ziyaret ederdim. Uzundur gitmiyorum fuarlara. Bunun bir sebebi yayıncı dostlarımız olduğu gibi bir diğer sebebi de fuarların eski cazibesini kaybetmesi tabi.
Geçenlerde Tüyap nam fuarın açılacağı ile ilgili bir afiş görünce delikanlılık günlerim aklıma geldi ve düştüm yola. Google asistanım bana önce minibüse sonra otobüse binmemi daha sonra da tramvay marifetiyle metrobüse ulaşmamı salık veriyordu. Besmeleyi çekip akbilimi doldurdum ve atladım minibüse.
Minibüs pek kalabalık olmadığı için yüreğimde beliren sevincim otobüse geçince yerini biraz pişmanlığa bıraksa da ön kapının hemen yanında kendime bulduğum bir adamlık yere şükrettiğimi söylemeliyim.
Otobüs ben gibi birçok kimseyi tramvay durağına bıraktığında ise evden çıkalı neredeyse bir saate yaklaşıyordu. “Neyse,” dedim. “En azından tramvayda trafik denen melanet ile uğraşmayacağız.” Tramvaya binmek kolay oldu fakat içerisi epey kalabalıktı. Orta yaşı henüz geride bırakmış bir adam olarak kimsenin yer vermesini beklemeden başımın üstündeki kayışlardan birine tutunup devam ettim yolculuğuma.
Tramvaydan inince hemen metrobüse atlayacağımı düşünerek hata ettiğimi metrobüse ulaşmaya çalışan güruhun peşine takıldığımda anladım. Sanıyorum ki herkes yazdan kalma havanın tadını çıkarmak için kendini dışarı atmış fakat kalabalığın işi biraz tatsız hale getireceğini gözden kaçırıvermiş. Buna da “Neyse,” dedim. “Hiç yoktan yalnız değilim.”
Merdivenleri aşıp metrobüs durağına indiğimde kendimi meydan dayağından az zararla kurtulmuş bıçkın bir delikanlı gibi gururluydum. Bir yandan da metrobüse binmeye çalışan kalabalığa ayak uydurduğum da söylenebilirdi. Hal bu ki hiçbir şahsi gayret göstermeden kendimi gelen metrobüslerin birinin içinde buluverdim. Beraberce metrobüse sürüklendiğimiz yoldaşlardan bazılarının oturacak yer bulmasının yüzlerinde geniş bir gülümseye vesile olduğunu o an fark ettim. Onların bu sevincine ben de gülümsemeyle karşılık verip ortak oldum.
Metrobüs bizi bir şekilde götürüyordu. Bir ara kapıların üstünde uzun oy pusulası gibi yer alan durak çizelgesine gözüm değdi. Tam sayamasam da otuz küsur durak vardı Tüyap hazretlerine. Kendimi akışa bıraktım. Bir yere de tutunmama gerek yoktu artık.
Metrobüsle Tüyap’a gidiyorsanız bir zaman sonra zaman ve mekan algınız kayboluyor. O kadar hızlı ve sürekli gidiyorduk ki soluğu Edirne, Tekirdağ civarında alacakmışız düşüncesi yavaş yavaş bünyemizi ele geçiriyordu adeta.
Son durak, mahşer yeri gibiydi. Ne tarafa gideceğimi bilememekle beraber kalabalığa uyup kendimi üst geçit merdivenlerinde buldum. Merdivenler otoban gibi ikiye ayrılmış, gidiş geliş iki şerit haline getirilmişti. Bulunduğum yerden karşı tarafta merdivenlerin indiği noktayı görüyor, oraya kadar gidebileceğime dair umudu gittikçe kaybediyordum. Güç bela üst geçidin üstüne çıkmayı başarmıştık fakat ilerleyemiyor, olduğumuz yerde dikiliyorduk. Üst geçidin ters şeridi yoğun akıcı ilerliyordu. Çevremde bulunan arkadaşlarla artık ahbap olmuş, kader birliğine varmışçasına işi esprilere vurarak içinde bulunduğumuz anın tadını çıkarmaya çalışıyorduk.
Bu halde bilmem artık ne kadar bekledik. Dizlerimde takat, içimde kitaplara karşı heves kalmamıştı. Ani bir kararla ahbaplarımla vedalaşıp diğer şeride geçtim. “Ben elendim dostlar,” dedim. “Size Allah kolaylık versin.”