CUM’A SOHBETİ ( 6 / 12 )
17 Haziran 2000 Cumertesi günü, Üsküdar, Büyük Selimiye Cami’i, sadece Selimiye Cami’i değil, bütün Selimiye Mahallesi Mahşerî bir kalabalığa, şahidlik ediyor, ev sahipliği yapıyordu. Çünkü, Merhum, Beyağabey, ebediyyete buradan uğurlanacaktı. Camia’mız mensupları Anadolu’nun muhtelif şehir’lerinden ve İstanbul’un her semtinden akın akın, buraya geliyordu. Tüm partilere mensup siyaset adamları, Türkiye’deki, diğer bütün camia ve cemaatlerin mensupları, temsilcileri buraya geliyorlardı. Belki de, İstanbul’un şahid olacağı en kalabalık cenazi cemaati, cenaze alayı olacak gibiydi.
10 Şubat 1918’de, kapatıldığı, Beylerbeyi Saray’ında ebediyyete intikal eden, Ulu Hakan, Sultan 2. Abdülhamid Hazretlerinin, Topkapı Saray’ından alınıp, Ebedî istirahatgâh’ı Türbe’ ye kadar intikali sırasında, Koca Sultanı, o tarihlerdeki nüfusu, takriben 700 bin kadar iken, tamı tamına 100 bin kişi teşyÎ etmişti. Bu kalabalık, İstanbul’un gördüğü en kalabalık cenaze cemaati, cenaze alayı olarak kabul edilir. Yakın tarihlerde, Merhum, Cumhurreisi, Turgut Özal’ın, Merhum, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in, Merhum, Başvekillerden, Prf. Dr. Necmeddin Erbakan’ın, 27 Mayıs 1960 Darbe-i Hükûmetinden sonra, Yassıada da, kurulan düzmece bir mahkeme tarafından idam edilerek, yıkanmadan, cenaze namazları bile kılınmadan, idam edildikleri İmralı Adasına defn’edilen, bilahere, Topkapı’daki Anıt Mezarlarına nakilleri sırasında, Fatih Cami’i’nde kılınan cenaze namazlarına katılan ve Topkapı’ya kadar teşyî eden, Cemaat ve cenaze alayına katılanların sayıları, her halde yüz binlerin çok üstündeydi.
Beyağabey’in Cenazesine ve teşyî de ( uğurlamada) bulunanlar sayılamayacak kadar kalabalıktı. Üsküdar- Kadıköy, Harem- Ankarayolu trafiği tamamen durdurulmuş, Cenaze Alay’ının öncüleri Karacaahmed Sultan’a ulaştığı halde, Mahşerî kalabalık hala, Selimiye’de idi, Beyağabey’in cenazesine ve teşyî’İne katılan Cem-i gafîr, İstanbul’un gördüğü, en kalabalık cemaat olarak kayıd’lara geçmiştir.
Önemli bir Zât’ın Cenaze namazına katılabilecek olanların çok kalabalık olacağını dikkate alan, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Olağanüstü tedbirler almıştı. Hani, bir teşbir vardır, ya,” Vur! dedik, gidip öldürdü,” Sahadakğı Emniyet salahiyyetlisi, tedbirleri çok uç noktalara taşımaya başladı, Selimiye Sokaklarında, evlerinin önüne park edilmiş, bütün araç’ları, sahiplerine bilgi ve haber verilmeden çekicilerle yerlerinden kaldırıp, Harem Otoparkı’na, ya da boş olan daha uzak otopark’lara götürüyorlar. Müdahale gereği hissettim, sahadaki en kıdemli Emniyet Müdürü’ne, “ Bu vasıtaları niçin yerlerinden kaldırıyorsunuz? Emniyet bakımından, çok kalabalık bir cemaatin geleceğini düşünüyoruz, bu vasıtalara zarar verebilirler,” diye, daha emin yerlere götürüyoruz,” dedi. “ Müdürüm, bu kalabalıktan, bu Camia ve Cemaaten kimseye b.ir zarar gelmez, kimsenin kılına bile zarar vermezler, çekmeyi durdurun, hatta çekkilenleri lütfen geri getiriniz, yerlerine koyunuz,” Burası Selimiye, l. Ordu Karargahı, Harbiye’den buraya, Selimiye Kışlası’na nakl’edildikten sonra, Selimiye Mahallesinde ikamet edenler, Muvazzaf ya da emekli Subay aileleridir. Bu ailelere de günahtır. Park yasağı bulunan yer park ettikleri için, bir para cezası, çekici ve Otopark için ayrı ayrı ücret ödemek zorunda kalacaklar. Hem sonra, bir yerlere gitmek için evlerinden sokağa çıktıklarında, şoke olacaklar, vasıtaları yok, üstelik nerede olduğu hakkında da herhangi bir bilgiye sahip değiller. Vasıtaların kaldırılması durduruldu, çekilen arabalar da, çekicilerle getirildi, alındıkları yerlere bırakıldı. Bu tavrım, ba’zılarının dikkatini çekmiş olmalı ki, Merhum, Ali Ak ve o devirde kendilerine “ Emîr” denilen bir-kaç bölge idarecisi, yanıma geldiler, “ Hayrola! Burada neler oluyor? Ben vazi’yyeti anlattım, pek tatmin olmadılar. Öyle anlaşılıyordu ki, “ Benim insiyatif kullanarak, vazi’yyete vaz’-ı Yed ettiğimi zannettiler. Eğer, onların Zann-ı gâliblerine göre, Beyağabey’den sonra vazi’yyete vaz’-ı Yed etseydim, Hüseyin Kumaş Hoca’mız, Merhum, Ali Ak’ın da aralarında bulunduğu, Beytü’l- mâle el uzatmamış, şaibesiz, herhangi bir dedikoduya bile malzeme olmamış, bölge idarecilerinden ve başkalarından, yedi kişilik, bir “Müşavere Hey’eti” teşkil ederdim. Aralarında ben olmazdım, olaki, “ Müşâver Hey’eti” de hataya düşebilir, hariç’ten onlara ihtar, onları ikaz edebilecek birileri de bulunsun, diye.Bu Hey’ete, asla, Mehmed Beyazıd, Ahmed Arif Denizolgun kardeşleri de dahil etmezdim. Sıhriyyet olarak Hazreti Üztaz’ımızın torunları olabilirler, fakat, tahsil durumları, yetişme tarz’ları, hal-i hazırdaki aile yapıları i’tibariyle, Hazreti Üstaz’ımıza layık olamadıklar gibi, bu işler için de ehil değillerdir.
İstişâre Hey’etine şunu söylerdim, Sizin ilâve yapacağınız fazla bir şey yok, yeterki, mevcud nizamı koruyunuz, unutmayınız, Hazreti Üstaz’ımızın idaresi Üveysî olarak devam etmektedir. Tasarrufları, bi’temâmihâ ve bi’kemâlihâ devam ettiği için, Sizler nizamı, düsturu fesada uğratmayınız, yeter. Gerçekten, bu yapılabilseydi, Evcilik oynayan çocuklar gibi, çocukca bi’yat talebi gibi gülünç hareketlerle, şer’î ve tasavvufî bid’atlere tevessülün yolu açılmazdı.