KIRILMADIK NE KALDI? (9)
Devam...
VATAN NEDİR BİLİR MİSİNİZ?
Tabii ki, gelişecekti ülkemiz.
Tabii ki, modernleşecekti her köşesiyle şehirlerimiz.
Tabii ki yaşamsal tercihleri, düşünce yapısı, dünya görüşleriyle gelişecekti, değişecekti toplumumuzun yapısı.
Modernleşmeyi, gelişen ülkeler seviyesini yakalamayı hedefleyen Türkiye’nin görüntüsü, 50’li, 60’lı, 70’li, 80’li, 90’lı yıllarda olduğu gibi kalmayacaktı. (Bk. 10’ların İzleriyle Türkiye: ilgili bölümler)
Değişecekti tabii ki!
Ama böyle mi oldu?
Kendi öz değerlerimizle değişmeyi, gelişmeyi hedefleyen ülkemizin o yıllarından günümüze; sosyal yapısıyla, insan görüntüleriyle, ekonomisiyle, siyasi çalkantılarıyla, yaşanan onca olumsuzluklarıyla, özellikle de doğasıyla yaşamımızın renklerinden, bize has o güzelliklerden, özel değerlerimizden 2000’li yıllara ne kaldı? Neler hatırlanır o günlerden şimdilerde?
İşte tam bu noktada;
Ülkemizin doğasında, doğal güzelliklerinde yaşanan değişimlere/dönüşümlere değinerek, tarihe bir not düşmeliyim.
Özellikle görmezden gelinen doğal güzelliklerimizin, o güzelliklere anlam veren doğal canlıların bu süreçte yaşadığı olumsuzlukları, yaşadıkları çaresizlikleri, yaşanan o değişim ve dönüşüm tablosunu, kitabımın bu bölümünde; özellikle dünya mirası Aziz İstanbul’a odaklayarak; yaşananları resmederek, seslendirerek, anlatmalıyım…
İşte, özellikle son dönemde Doğanın ‘değişimini/dönüşümünü’ anlatan ülke tablomuzun o yürekleri parçalayan İstanbul manzarası:
‘’İSTANBUL Can Çekişiyor!’’
Duyan, Gören Var mı?
‘’Bu şehr-i Stanbul ki bi misl-ü bahadır/bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır. (Bu İstanbul şehr-i ki, misli benzeri yoktur. Bir taşına bütün Acem mülkü fedadır. ) Şair Nedim.
İstanbul’un nüfusu günümüzde neredeyse 17 Milyon kişiye ulaşmıştır. Benim çocukluğum ve gençlik günlerimde topu, topu 500 – 600 bin kadardı.
Bu dünya mirası şehirde yaşayan hemen herkesin soy kökeni Anadolu’ya bağlıdır. Şehrin yerli nüfusu ise Hıristiyan ahalidir. Yani Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Maronitler…
Türklerin ve Müslümanların İstanbullu kimliği 562 yıldan bu yanadır.
50’li, 60’lı yıllarda İstanbul’a göç edip yerleşenler; şehrin o dönemde mevcut yaşam tarzına ve ortamına uyum sağlayabiliyorlardı. Çünkü o dönemin insan ilişkileri, toplumun yaşam tercihlerinin oluşturduğu yardımlaşma ortamı ve doğal yaşam; bu dönemde bu güzel şehre gelip yerleşenlere uyum sağlama imkânı sunabiliyordu.
Ama özellikle 70’li yıllardan itibaren ‘İstanbul’un taşının, toprağının altın’ olduğunu sanarak bu aziz şehre göç edenler; şehrin taşını, toprağını işgal etmişlerdir!
O dönemin yönetim hatalarıyla oluşan gecekondu dağları, böylesi bir uyumsuzluğun en çarpıcı göstergesidir.
Bu insanlarımız, böylesine bir yaşam kargaşasında İstanbul’a uyum sağlayamadıkları için İstanbul’u kendilerine uydurmaya kalkmışlardır!
Onların içinden pek çok insanımız, önemli kurumlarda görev almış söz sahibi olmuşlardır. Ama bu arada, Hacıbekir lokumuyla birlikte lahmacun da aynı masada sunulmaya başlamıştır!
Aslında köylü, köyünde şehirli, şehirde görenek ve gelenekleri; bir zarafete sahiptir.
İşte yıllar öncesi başlayan bu hazırlıksız yer değiştirmeler; günümüzün İstanbul’unda yaşanan her türlü toplumsal olumsuzluğun da alt yapısını hazırlamıştır.
İstanbul gibi büyük dev bir şehrin varoşlarında yaşananlar; köyünden kalkarak böylesine büyük bir yaşam kentine gelenlerin, asırlardır yaşadıkları gelenek ve görenekleri terk ederek İstanbul’un o baş döndürücü yaşam tarzına, akıp giden o ışıltılı ama aldatıcı, acımasız yaşantısına alışmak için verdikleri onca çaba, çoğu kez hüsranla sonuçlanmıştır, sonuçlanmaya da devam etmektedir.
Bu dev şehrin, o gıcırdayan pahalı ekonomik dişleri arasında sıkışıp kalan insanlarımızın hayatta kalabilmek adına verdikleri yaşam mücadelesi, ne yazık ki karşılığını bulmamakta, tam tersine ezilmiş, kakılmış bu insanlarımız, çoğu kez yaşadıkları haksızlıklar-hukuksuzluklar nedeniyle; çevrelerindeki zengin yaşamlara, bu yaşam içerisinde olan insanlara öfke ve yaşam terörü sıçratmaktan çekinmemektedirler!
VATAN NEDİR BİLİR MİSİNİZ?
Tabii ki, gelişecekti ülkemiz.
Tabii ki, modernleşecekti her köşesiyle şehirlerimiz.
Tabii ki yaşamsal tercihleri, düşünce yapısı, dünya görüşleriyle gelişecekti, değişecekti toplumumuzun yapısı.
Modernleşmeyi, gelişen ülkeler seviyesini yakalamayı hedefleyen Türkiye’nin görüntüsü, 50’li, 60’lı, 70’li, 80’li, 90’lı yıllarda olduğu gibi kalmayacaktı. (Bk. 10’ların İzleriyle Türkiye: ilgili bölümler)
Değişecekti tabii ki!
Ama böyle mi oldu?
Kendi öz değerlerimizle değişmeyi, gelişmeyi hedefleyen ülkemizin o yıllarından günümüze; sosyal yapısıyla, insan görüntüleriyle, ekonomisiyle, siyasi çalkantılarıyla, yaşanan onca olumsuzluklarıyla, özellikle de doğasıyla yaşamımızın renklerinden, bize has o güzelliklerden, özel değerlerimizden 2000’li yıllara ne kaldı? Neler hatırlanır o günlerden şimdilerde?
İşte tam bu noktada;
Ülkemizin doğasında, doğal güzelliklerinde yaşanan değişimlere/dönüşümlere değinerek, tarihe bir not düşmeliyim.
Özellikle görmezden gelinen doğal güzelliklerimizin, o güzelliklere anlam veren doğal canlıların bu süreçte yaşadığı olumsuzlukları, yaşadıkları çaresizlikleri, yaşanan o değişim ve dönüşüm tablosunu, kitabımın bu bölümünde; özellikle dünya mirası Aziz İstanbul’a odaklayarak; yaşananları resmederek, seslendirerek, anlatmalıyım…
İşte, özellikle son dönemde Doğanın ‘değişimini/dönüşümünü’ anlatan ülke tablomuzun o yürekleri parçalayan İstanbul manzarası:
‘’İSTANBUL Can Çekişiyor!’’
Duyan, Gören Var mı?
‘’Bu şehr-i Stanbul ki bi misl-ü bahadır/bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır. (Bu İstanbul şehr-i ki, misli benzeri yoktur. Bir taşına bütün Acem mülkü fedadır. ) Şair Nedim.
İstanbul’un nüfusu günümüzde neredeyse 17 Milyon kişiye ulaşmıştır. Benim çocukluğum ve gençlik günlerimde topu, topu 500 – 600 bin kadardı.
Bu dünya mirası şehirde yaşayan hemen herkesin soy kökeni Anadolu’ya bağlıdır. Şehrin yerli nüfusu ise Hıristiyan ahalidir. Yani Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Maronitler…
Türklerin ve Müslümanların İstanbullu kimliği 562 yıldan bu yanadır.
50’li, 60’lı yıllarda İstanbul’a göç edip yerleşenler; şehrin o dönemde mevcut yaşam tarzına ve ortamına uyum sağlayabiliyorlardı. Çünkü o dönemin insan ilişkileri, toplumun yaşam tercihlerinin oluşturduğu yardımlaşma ortamı ve doğal yaşam; bu dönemde bu güzel şehre gelip yerleşenlere uyum sağlama imkânı sunabiliyordu.
Ama özellikle 70’li yıllardan itibaren ‘İstanbul’un taşının, toprağının altın’ olduğunu sanarak bu aziz şehre göç edenler; şehrin taşını, toprağını işgal etmişlerdir!
O dönemin yönetim hatalarıyla oluşan gecekondu dağları, böylesi bir uyumsuzluğun en çarpıcı göstergesidir.
Bu insanlarımız, böylesine bir yaşam kargaşasında İstanbul’a uyum sağlayamadıkları için İstanbul’u kendilerine uydurmaya kalkmışlardır!
Onların içinden pek çok insanımız, önemli kurumlarda görev almış söz sahibi olmuşlardır. Ama bu arada, Hacıbekir lokumuyla birlikte lahmacun da aynı masada sunulmaya başlamıştır!
Aslında köylü, köyünde şehirli, şehirde görenek ve gelenekleri; bir zarafete sahiptir.
İşte yıllar öncesi başlayan bu hazırlıksız yer değiştirmeler; günümüzün İstanbul’unda yaşanan her türlü toplumsal olumsuzluğun da alt yapısını hazırlamıştır.
İstanbul gibi büyük dev bir şehrin varoşlarında yaşananlar; köyünden kalkarak böylesine büyük bir yaşam kentine gelenlerin, asırlardır yaşadıkları gelenek ve görenekleri terk ederek İstanbul’un o baş döndürücü yaşam tarzına, akıp giden o ışıltılı ama aldatıcı, acımasız yaşantısına alışmak için verdikleri onca çaba, çoğu kez hüsranla sonuçlanmıştır, sonuçlanmaya da devam etmektedir.
Bu dev şehrin, o gıcırdayan pahalı ekonomik dişleri arasında sıkışıp kalan insanlarımızın hayatta kalabilmek adına verdikleri yaşam mücadelesi, ne yazık ki karşılığını bulmamakta, tam tersine ezilmiş, kakılmış bu insanlarımız, çoğu kez yaşadıkları haksızlıklar-hukuksuzluklar nedeniyle; çevrelerindeki zengin yaşamlara, bu yaşam içerisinde olan insanlara öfke ve yaşam terörü sıçratmaktan çekinmemektedirler!