Bugün Pazar süpürün mahalleyi
Bu hafta “Pazarları Hiç Sevmem”in konuğu şair-yazar Arif Ay. Pazar alıntısını da bizim için o yapacak. Haydi önce o anlatsın, biz dinleyelim, sonra sorularımıza geçelim: “Bizim Niğde çevresinde pazar gününe ‘Kapalı Pazar’, Pazartesi’ye de ‘Diri’ denir. Demek ki pazar ölü gün sayılıyor. Pazar gününe dair neler söylenmemiş ki: ‘Bugün pazar günüdür/Derdim azar günüdür/Süpürün mahalleyi/Yârim gezer günüdür’ demiş insanımız, bir türküde. ‘Bugün pazar/Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar’ der Nazım Hikmet, pazarı güneşe çıkma günü olarak görür. Edip Cansever: ‘Bugün pazar kendimi selamlıyorum/Ve kendimi tekrarlıyorum’ diyerek, pazarla kendini bütünleştirir adeta. Ziya Osman Saba ise ‘Nefes almak, kolunda bir sevgili/Kırlarda, bütün bir pazar tatili’ derken gençliğimizin pazarlarını anımsatır bize. En acı sözü de Nizar Kabbani söyler: ‘Beyrut katliamından sonra/Bir pazar günüm olmadı’ diyerek.”
Ay hocamızla sohbete başlarken ilk sorumuzu yöneltiyoruz: Klasik bir pazarınız nasıl geçer? O da bize, “Görüldüğü gibi standart bir pazar günü yok. Herkesin pazarı herkesin hayat akışıyla şekillenir” diyerek anlatmaya başlıyor: “Hayat düz bir çizgide akmıyor kuşkusuz. Nasıl ki çocukluk, gençlik, bekarlık, evlilik, yaşlılık gibi dönemlerimiz varsa, bu dönemlerin her birinde yaşadığımız pazarlar da farklıdır. Bu dönemlerin dışında yaşadığımız yere göre, mevsimlere göre de değişir pazar günlerimiz. Diyelim ki köydesiniz, kasabadasınız ya da metropoldesiniz; buraların her birinin pazar günleri birbirinden farklıdır. Söz gelimi köydeki aile pazar günü çocuğunu kuzu gütmeye gönderirken metropoldeki aile parka götürür. Oğlumuz Çınar’ın Kuğulu Park tutkusunu da buraya ekleyeyim; simidini kuşlarla paylaşmaya, kuğuları seyretmeye bayılır.”
Top oynamak, çelik çomak, uzun eşek
Ay, çocukluğunun bir bölümünün köyde geçtiğini ve bu günlerde diğer günlerde ne yapıyorlarsa aynılarını yaptıklarını anlatıyor. Yani, mahallenin kenarındaki arsada top oynamak, çelik çomak oynamak, birdirbir, uzun eşek oynamak gibi... Gerisini ondan dinleyelim: “İlk gençlik ve öğrencilik yıllarım Ankara’da geçtiği için pazar günleri daha çok sinemaya gider akşama doğru da arkadaşlarla radyodan büyük takımların maçlarını dinlerdik Halil Kıvanç’ın sesinden. Üniversite yıllarımın bir bölümünde dört beş arkadaşla dağ gezileri yapardık pazar günleri: Işık Dağı, Erciyes Dağı, Hasan Dağı, Toroslar, Atlık Dağı vs. Bu gezilerin organizatörlüğünü de rahmetli şair, yazar Kâmil Aydoğan yapardı. Ekip: Fevzi Üçok, Fatih Yurdakul Necip Evlice’den oluşurdu.
Evlilikle birlikte pazar günleri biraz daha standart hâle gelmeye başladı. Ailecek sabah kahvaltısı, ev temizliği, kişisel bakım, alışverişe çıkmak, çocuğu parka götürmek gibi. Buradan sorunuza gelirsek benim klasik pazar günümü bu ritüeller oluşturur.”
Ritüelleri güne yaymak
Ay’a pazarları sıkıcı olmaktan kurtaracak bir önerisi olup, olmadığını sorduğumuzda ise “Pazar günlerini sıkıcı olmaktan kurtarmak için söz konusu ritüelleri bütün güne yaymak yerine, söz gelimi öğleden sonralarını tabiatın içinde geçirmek (yazsa tabii), mevsim kışsa sinemaya, tiyatroya gitmek, ailecek okuma saatleri oluşturmak, aynı kentteyseniz yakınlarınızı ziyaret etmek gibi etkinlikler yapılabilir” ifadelerini kullanıyor.
Edebiyat Dergisi’nde geçirdiğimiz günler boş geçmezdi
Ay’a “Pazar günleri çalışır mısınız?” diye sorduğumuzda ise eski günleri yad ediyor. Ay, “Edebiyat dergisinin çıktığı yıllarda pazar günlerim de boş geçmezdi. Dergiye yazı, şiir, öykü hazırlamak; basılacak kitapların düzeltisini yapmak, postaya verilecek dergi ve kitapların paketlerini hazırlamak gibi pek çok işi bir arada yapardık aynı evi paylaştığımız arkadaşlarla” cümleleriyle cevap veriyor.
Tevekkül ve tefekkür hâlinde bir insan
Ve son soru: “Pazar günü insan olsaydı, nasıl biri olurdu?” Ay’ın cevabı şöyle: “Pazar günü, o günü nasıl geçiriyorsanız sizin gibi bir insan olur. Mutlu, mutsuz, kaygılı, kaygısız, neşeli, üzgün yaşadığının bilincinde olan ve yaşadığı anın değerini bilen, şükür, tevekkül ve tefekkür hâlinde olan bir insan.”
Fellini ve Kurosava
Gelelim beyaz perdeye… Arif Ay, pazar günleri evde film izleyecekse Fellini, Akira Kurosava gibi “kalıplaşmış sinema anlatılarının dışına çıkabilen, insanın öyküsünü zihnin sınırlarını sorgulayarak düşsel bir gerçeklikle kurgulayabilen yönetmenler”in filmlerini tercih edermiş. Konu pazar günü okuduğu kitaplara gelince de şunları söylüyor: “Pazar günleri o günün ritüellerinden arta kalan zamanda daha çok gazeteleri ve onların pazar eklerini karıştırmak beni dinlendirir. Kitaptan ziyade o ayın dergilerini ya da kitaplığımdaki eski dergilerden dikkatimi çeken şiirleri, yazıları, öyküleri okurum.”
Pazar günü kimlerle buluştuğunu, görüştüğünü sorduğumuzda da “Annem sağken pazar günleri onu ziyaret eder ihtiyaçlarını karşılardım. Şimdilerde zaman zaman edebiyat dergisinde birlikte olduğumuz arkadaşlarla buluşuyoruz” cümlelerini kuruyor.
Peki ya, pazarlarının favori mekânı? Ay, “Ankara’da yaşadığım için favori bir mekânım yok maalesef” diyerek başlıyor cevabına. Sonra da, “Eskiden kitapçılar olurdu, onlar da tek tek kapandı. Oturduğum semte uzak olsa da Fatih Kitabevi uğradığım mekânlardan biridir” diyor.
Ardından da şunları ekliyor: “Ankara’da, İstanbul gibi çıkıp nefes alacağınız mekânlar yok. Kafeler berbat, gürültülü. Her yarım saatte bir garson tepenize dikilir bir şeyler sipariş etmeniz için. Sipariş vermiyorsanız çık git derecesine bakar yüzünüze.”
Bütün günlerimiz zehir zemberek, acı içinde
Gelelim en güzel ve en kötü geçen pazar gününe… Bu soruyu sorunca Ay, şunları anlatıyor: “En güzel geçen pazar günüm- belki başkası da vardır ama aklıma gelen bu oldu -rahmetli Nuri Ağabey ile (Pakdil) Burgazada’da sahilde yürürken Sait Faik’in ‘Karanfillerle Domates Suyu’ öyküsünün kahramanı Kör Mustafa ile karşılaşmamızdır. Seksen yaşlarında bir adam karşımızdan geliyor, yaklaşınca merhabalaştık. Nuri Ağabey ‘Sait Faik’i tanıyor musun?’ diye sordu. Adama birden bir canlılık geldi. ‘Tanımaz olur muyum, hikâyesinde anlattığı Kör Mustafa benim, evim de şu yamaçtaki bahçeli ev’ demez mi? Nuri Ağabey hemen ikinci soruyu patlattı ‘Nasıl biriydi Sait Faik?’, ‘Nasıl olsun Beyim, bir iti vardı onunla aylak aylak gezerdi.’ En kısa bir Sait Faik tanımı, hem de öykü kişisinin ağzından.
En kötü pazar günüm, Adnan Menderes’in idam edildiği 17 Eylül 1961. İlkokul öğrencisiydim. İdamın ne anlama geldiğini bile bilmiyordum. Annemin, babamın radyodan dinledikleri haber üzerine ‘Vah vah!’ nidalarıyla acı içinde ellerini dizlerine vurmalarından idamın kötü bir şey olduğu sonucuna vardım. O sahne çocuk belleğime öyle bir kazınmış ki hâlâ bugün bile bütün canlılığını koruyor. Diğeri ise 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda İşçi Bayramı’nda 34 kişinin hayatını kaybettiği pazar. Bu pazarlar geçmişte kaldı. Şimdilerde 7 Ekim 2023’ten bu yana, Nizar Kabbani’nin dediği gibi sadece pazarlarım değil bütün günlerim zehir zemberek, acı içinde geçiyor. Siyonistler, Filistin halkını yok ediyor dünyanın gözü önünde. Bu vahşete ve soykırıma seyirci kalan herkesin elinde öldürülen bebeklerin, çocukların, anne ve babaların kanı var. Bu vahşete, bu büyük zulme karşı çaresizliğin dibe vurduğu bir dönemdeyiz. Gazze’nin enkazında Filistin halkı değil, Siyonistler ve Batı kalacak. Vahşetin zirve yapması bunun işaretidir. Asla umutsuz değilim. Allah hesapları ve tuzakları bozar. Buna inanıyorum ve umut ediyorum. Benim belleğim daha çok olumsuzlukları kaydeden bir bellek. Çocukluğumda 27 Mayıs 1960 ihtilaline, lise öğrencisi iken 12 Mart 1971 muhtırasına, üniversite öğrencisi iken 12 Eylül 1980 darbesine, üniversitede öğretim görevlisi iken 28 Şubat 1997 darbesine tanık oldum.”