TESPİTLER ( 9 / 52 )
Büyük Çamlıca Cami’i’nin inşa sırasında, proje müsabakasına katılan, Prf.Dr. Yüksek Mi’mar, Vefik Alp’in “ Altın Kubbeli Cami projesi uygulanmış olsaydı, aşağıdaki teknik hususiyyetleriyle şöyle bir manzara arz’edecekti. Ana namaz mekanı, havada boşta asılı hissi veren ve Kur’^$an’dan altın kaplama surelerle oluşturulmuş bir kürre’nin içindedir. Kürre’nin üst ve alt tepe’lerine yaklaştıkca harfler birleşerek sağır bir düzleme dönüşmektedir. Arapça harflerden bu dış zarfın et kalınlığı yaklaşık,80 cm’dir ve harflerin arası yüksek vasıflı cam ile işlenmiştir. İç mekanda da aynı altın harfler algılanmaktadır. Küre kendi kendini taşımakta hatta çelik ayaklar yükü temele aktarmaktadır. Küre’nin altında otopark katları seviyesinde iki kademeli dairesel bir şelale havuzu bulunmaktadır. Ana küre, minare ve kemerler şelalesi renk değiştirebilen led teknolojisiyle aydınlatılacaktır. Mevcüd T.R.T. Anten direğinin kaldırılyması ve çvrenin çam ağaçları ve seyir teraslarıyla tezyin edilmesi önerilmektedir. Kudüs’teki Kubbetü’s-Sahrâ’yı anımnsatan, “ Altın Kubbeli Cami,” İstanbul üzerinde gece ve gündüz ışıldayacaktır. Bu eser Osmanlı Türk Cami Mi’mârî’sinde klasik ve çağdaş hassas bir sentez ile yoğrulmuş ve yeniden yorumlanmış, zihinlerdren asla silinmeyecek,Âbidevî Mi’mârî bir eserdir...Bu proje aynen tatbik edilseydi, belki bugünkü Muhteşem Külliye değil ama, Çok renmli ve cazip bir başka, nisbeten daha küçük bir külliye ortaya konulacaktı. 06 Mayıs 2013 tarihinde bu köşede ve busütunlarda şu çok kısa yorumu yapmıştım: “ Eminim, Cihan Mi’marı Koca Sinan, Süleymaniye’yi, Selimiye’yi ve başka şaheserlerini tasarladığı zaman da proje’leri, uçuk, çılgın bulunmuştu. Çılgın, uçuk proje’ler tasarlanıp uygulanmasaydı, ne Mi’mârî’de ve ne de,başka sahalarda bir geliişme olurdu.
Büyük Çamlıca Cami’i’nin projelendirilmesi ve inşaı sırasında, 1913 yılında, acizâne bendiniz de müdahil olmuş, yol gösterici makaleler yazmıştım; “ Mi’marlık, münhasıran bir hisap işi, taşı taş üzerine koyma san’atı değildir; gerçek mi’marlar, feze kadar geniş muhayyileleriyle, evveliyyetle inşa edeceği mi’marî eser’in kondurulacağı yeri seçerler sonra da bu mekân’a nasıl bir bina oturtulması gerektiğine karar verirler. Otorite’nin, “ Şuraya şu vasıfta bir cami inşa ediver,”le demeklhe olmaz. “ İstanbul’a, Pây-i Taht’a, Âsitâne’ye, Şânı’mıza lâyık, bir Cami inşa edile!” İrade-i Seniyye üzerine, Mi’mârân-ı Cihan, Koca Siunan, Süleymaniye Cami’i’nin kondurulacağı Tepe’yi de kendisi seçmiş ve bu Tepe’ye konduracağı Külliyeyi de bizzat kendisi tasarlamıştır. Boğaz’dan, Marmara’dan, Haliç’ten rahatlıkla görülen bu Tepe’nin8 en yüksek noktasına Cami’i’n Ana Mekânı’nı kod farkından faydalanarak, Külliye’ye dahil diğer binaları, Ana Meikânı zerre miktarı gölgelemeyecek bir tarz’da, SIBYAN Mektebi, İmârret, Dâru’ş-Şifa ve medreseleri en az, Cami’i’n Ana Mekânı’na, sağdan- soldan, yukarıdan- aşağı’dan, önden-arkadan, 300 metre mesafelerden daha geri mekân’lara kondurulmuştur.
Mi’mar Koca Sinan, Süleymaniye’nin Ana Mekânı’nı Yedi Tepeli İstanbul’un bu üçüncü Tepesi’nin zirvesine eteklerinde doğup büyüdüğü, Erciyes Dağı’nı yerinden söküp getirmiş, Secdeye varmış bir mü’min suretinde bu Tepe’ye oturtturmuştur.8 Karaköy Sahilindeki, Mi’mar Sinan Anıtının bulunduğu yerden bakıldığında, Süleymaniye Secdeye varmış bir mü’min suretinde görünür.)
Rivayet edilir, ki, Cami’i’n duvarları yükseldikce. Haliç Kenarınhda, Perşembe Pazarı civarında bir yerde, Sülleymaniye Cami’i’ni, Süleymaniye, Cami’i’nin oturduğu Tepe’yi, saatler b.oyu seyrederdi. Cihan Mi’marı, Koca Sinan’ın, “ Ustalık Eserim,” dediği Edirne’deki Selimiye Cami’i’ni Edirne’de öyle bir tepe’ye kondurmuştur,ki Dörtbir taraftan Edirne’ye yaklaşanrlar, Kilometrelerce mesafeden Selimiye Cami’i’ni bir Ulidağ gibi görürler. Dâhî Mi’mar Kocça Sinan’ın bir başka dehâ örneği, Selimiye Cami’i’nin minareleridir; Minarelerdekmi her üç şerefiye’ye ayrı ayrı merdivenlerden çıkılır, buna rağmen, herbir minare kalem kadar ince, zarif ve yüksek. Dört minare, hangi istikametten bakılırsa bakılsın, iki minare olarak görünür. Tâki, çok yakından ve çaprazdan bakınca, ancak dört miunareyi görebilirsbiniz.Bütün bu günümüzün ilerlemiş Teknolojisine rağmen, ulaşılamaz, imkânsız, hususiyyetler, Mi’marlığın bir hendese ve taş üstüne taş koymak, duvar örmek olmadığını gösterir...
Cihan Mi’marı, Koca Sinan’ın feza kadar fgeniş muhayyilesinin bir başka örneği, Cihan Pâdişah’ı, Kânûnî’nin Kızı, Mihr-u Mah Sultan için İstanbul’n iki ayrı yakasında inşa ettirdiği iki Cami’i’dir. Birinci Cami, Üsküdar Meydanında sol tarafta, Halkımızın kısaca İskele Cami’i, dediği, Cami’i’dir,ki, Güneş Saati, Muvakkithane gibi emsalinde görülmeyen, ba’zı yeniliklerin uygulandığı bu Cami, aslında, Mi’mar Koca Sinan’ın Mihr-u Mah Sultan adına inşa ettiği, ilk Cami’i’dir. İkincisi ise yine, Mihr-u Mah Sultan adına inşa ettiği, İstanbul’un yedi tepesinden altıncı Tepe’ye, Edirne Kapısındaki, Kâriye Cami’i’nin, Bizans’ın Tekfur Sarayı’nın bulunduğu Tepe’ye kondurduğu, Mihr-u Mah Sultan Cami’i’dir. Cami’i’lerin inşa iradesi her ne kadar Mihr-u Mah Sultan’a aid ise de, yer seçimi elbette Mi’mar Sinan’a aittir.
Cihan Mi’marı Koca Sinan’ın bu iki Cami üzerindeki emsalsiz, dâhiyâne projesi, bu Belde-i Tayyibe, İslâmbol, Âsitâne, Şehr-i İstanbul üzerinde, günüş ile ay’ın birleştirilmesi projesidir. Kânûnî’NİN Kızı Mihr-u Mah Sultan’ın ismi, Güneş-ay demektir, İsminde güneş ile ayı birleştiren, Mihr-u Mah için yaptırılan iki Cami’i’ de, güneş ile ay’ın birleştirilmesi...
Sene’de iki def’a olmak üzere, Ekinoks’de( gün döndü), gece ile gündüz’ün bir müsavÎ olduğu, 21 Mart ve 23 Eylül tarih’lerinde, İstanbul Semasında, Edirne Kapısındaki, Mihr-u Mâh Sultan Cami’i’nin iki minaresi arasında güneş batarken, Üsküdar’daki Mihr-u Mâh Sultan Cami’i’nin iki minaresi arasında ay doğar. Böylece, senede iki def’a bile olsa da Mihr-u Mâh Sultan isminde birleşen güneş ile ay, İstanbul Semalarında buluşuyorlar.
Sultanu’ş- Şuara, Üstad Necip Fazıl, “Canım İstanbul,” Şiir’inde, Ay ile güneş, ezelden beridir, İstanbul’lu’dur,” der.
Biz, günümüz Mi’marlarında böylesine dâhiyâne projeler beklemiyoruz; ancak, Çamlıca Teipesi’ne, Marmara’dan,Boğaz’dan ve Haliç’ten, Tarihî Yarımada’dan, herhangi bir perdeleme ile karşılaşmadan çok rahat görünebilecek bir yere, Anamekân, zemine, toprağa oturtulmuş, yeryüzünün derekelerine kadar inen ve Arş-ı Âlâ’ya kadar uzanan bir ma’bed istemek, beklemek hakkımızdır.
Süleymaniye’nin revaklı son cemaat giriş kapısını, Taç Kapı ve ana mekân’ın giriş kapısının manzarasını kapatacak hiçbir yapı yoktur.Süleymaniye’nin kıble tkarafından Haziresinden bakıldığında, sankri, Erciyes Dağı’nın eteklerinden dağın zirvesine bakıyormuş gibi bir hisse kapılırsınız. Hazire’de bu Muhteşem Manzarayı kapatacak, gölgeleyecek hiçbir yapı yok. Hazire’deki en yüksek bina, Cihan Pâdişah’ı, Kânûnî için, Mi’mar Sinan’n yyaptığı Türbe ile, yanında ondan biraz daha küçük, zarif, Hürrem Sultan’ın Türbesidir. Bakıldığında, her iki türbe, Erciyes Dağı eteklerinde Peri baca’larına benzerler, ya da, yüzük kaşı kadar zarif, Kibrit-i Ahmer’den yapılmış birer biblo gibidirler.
Demem o’dur,ki, Ana Mekân’ın ihtişamına gölge düşürecek ilâve’lerden kaçınılmalıdır. Ne Anadolu’daki Selçuklu ve Osmanlı Cami’i’lerinde ve ne de, İstanbul’daki Selâtîn Cami’i’lerinde böyle bir uygulama varıdr...