3 MAYIS'A DOĞRU GİDERKEN...
Bilinen binlerce yıllık tarih içinde sayısız devlet kuran biz Türkler, acaba o kurduğumuz devletler içerisinde muktedir olabildik mi?
Ya da bazılarının iddialarına göre, Osmanlı örneğinde olduğu gibi devlet yaşamının kritik noktalarını; devşirme, muhtedi, dönme ve hizmetlilere mi teslim ettik? Bu durum günümüzde de sürüyormu?
Türklerin, ırkçı olmadığı herkes tarafından bilinen bir gerçek! Bana Türk’ü tarif et deseniz; kendine aşırı güvenli ve bu nedenle tedbirsiz, alçak gönüllü, çalışkan, sabırlı, hoş görülü, hümanist bir insan tipidir derim.
Böyle olması ise bazı zaafiyetlerin ortaya çıkışına ve bu zaafiyetin bir hastalık haline dönüşmesine neden olmuştur.
Kendisi de Türk olmayan Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün Türkleri eğitimden uzak tutması örneğinde olduğu gibi devlet ve sosyal hayatın ellerine teslim edildiği bir çok gayr-ı Türk, bugüne kadar neler yapmıştır, bilinmesi gereken bir konudur.
Yani hastalığı teşhis etmezsek ne hastalığın farkına varırız ne de bu hastalığın toplumsal bünyeye verdiği zararları anlayabiliriz.
Türklerin, Türk olmayanları devletin ve sosyal yaşamın kritik noktalarına taşıması bir ruhsal hastalıktır. Düşünün, bir Türk devleti olan Osmanlı Devleti’nde, 218 sadrazamdan sadece 100’ü Türktür! Ya padişah anaları?
Hem de bunun defalarca yanlışlığının farkına varılmasına rağmen!
Üzülerek ifade etmeliyim ki; Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı’da gelenek haline gelmiş olan; devleti, bilim odaklarını ve sosyal yaşamı Türk olmayanlara teslim etme zihniyeti, günümüz Türkiye’sinde de devam etmektedir.
Aşıkpaşazade bize 560 yıl öncesine dair, Bizans dönmesi Rum Mehmet Paşa’ya ilişkin bir olay anlatır ve; “Rum Mehmet Paşa’nın İslam dinine girmiş olmasına rağmen, Bizans’ın eski soyluları ile irtibatta olduğunu, onların telkinleri doğrultusunda hareket ettiğini, İstanbul’un bir gün yeniden Bizanslıların eline geçmesini beklediğini” diye nakleder.
Siz günümüzde Rum Mehmet Paşaların olmadığını ve etkili makamlarda bulunmadığını mı zannediyorsunuz?
Osmanlı’ya hâkim olmuş bu gayr-ı Türkler, Anadolu ve Rumeli’de yaşayan Türkleri, yaptıkları uygulamalarla isyan ve ihtilal hareketlerine mecbur etmiş, ardından da “taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayın” diyerek vahşice yaptıkları ile tesirleri günümüze kadar gelen hadiselerin müsebbibi olmuşlardır.
Muhteşem Yüzyıl dizisi ile Türk halkının da dikkatini çeken, bahsettiğimiz gayr-ı Türklerden Pargalı İbrahim Paşa; kendisinin ve diğerlerinin ulaştığı gücü vurgulaması bakımından Avusturya Kralı Ferdinand’ın elçilerine söylediği sözler çok ilginçtir: “Bu büyük devleti idare eden benim, her ne yaparsam yapılmış olarak kalır; zira bütün kudret benim elimdedir. Memuriyetleri ben veririm; eyaletleri ben tevzi ederim; verdiğim verilmiş ve red ettiğim red edilmiştir. Büyük Padişah, bir şey ihsan etmek istediği veya ihsan ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmeyecek olursam gayr-i vaki gibi kalır. Çünkü her şey harb, sulh, servet ve kuvvet benim elimdedir.”
Unutulmasın ki; yazıda bahsi geçen Pargalı İbrahim ve Rum Mehmet Paşalar idam edilmiştir.
Hani Osmanlı, Türk devletiydi? Evet, terminolojide Türk devleti ama uygulamada arada bulasın!
Türklerde yabancıya karşı hayranlık ve teslimiyet, maalesef bir aşağılık kompleksine yol açmıştır. Zannetmişizdir ki; biz hiç bir şeyi yapamayız ve başaramayız! Halbuki bu algı yanlıştır ve bu yanlışlığı ispatlayan son örnek, Nobel Ödülü kazanan ve Türklüğü ile gururlu Aziz Sancar’dır.
Onun için gidip; siyaseti, bürokrasiyi, üniversiteyi, medyayı yetmedi din ve diyanet işlerini de gayr-ı Türklere bırakmışızdır.
Buna bir tek dur dediğimiz dönem; 1919 – 1938 arasında yaşayan “Büyük Türk” Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türkler için bir “reklam arası” verdiği dönemdir. Halen de onun kırıntıları ile idare etmekteyiz.
Atatürk; “başınıza geçireceğiniz adamların asli cevherine dikkat ediniz” veya “beni Türk hekimlerine emanet ediniz” gibi sözleri boşuna söylememiştir.
Son söz şu olsun; Türkler benim bu yazdıklarımı yine dikkate almayacak, buna karşılık gayr-ı Türkler, bu yazıyı satır satır dikkatle okuyarak varlıklarını korumak için nasıl tedbir alacaklarını veya Türklere fener tutan bu garibi, nasıl etkisiz hale getireceklerini düşüneceklerdir…
Dedim ya, hastalık bizde akıl ve ruh tutulması yaratmış. Ama şifasını bulacağız!
“3 Mayıs Türkçülük Günü, Türklere ve kendini Türk hissedenlere kutlu olsun...”
Ya da bazılarının iddialarına göre, Osmanlı örneğinde olduğu gibi devlet yaşamının kritik noktalarını; devşirme, muhtedi, dönme ve hizmetlilere mi teslim ettik? Bu durum günümüzde de sürüyormu?
Türklerin, ırkçı olmadığı herkes tarafından bilinen bir gerçek! Bana Türk’ü tarif et deseniz; kendine aşırı güvenli ve bu nedenle tedbirsiz, alçak gönüllü, çalışkan, sabırlı, hoş görülü, hümanist bir insan tipidir derim.
Böyle olması ise bazı zaafiyetlerin ortaya çıkışına ve bu zaafiyetin bir hastalık haline dönüşmesine neden olmuştur.
Kendisi de Türk olmayan Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün Türkleri eğitimden uzak tutması örneğinde olduğu gibi devlet ve sosyal hayatın ellerine teslim edildiği bir çok gayr-ı Türk, bugüne kadar neler yapmıştır, bilinmesi gereken bir konudur.
Yani hastalığı teşhis etmezsek ne hastalığın farkına varırız ne de bu hastalığın toplumsal bünyeye verdiği zararları anlayabiliriz.
Türklerin, Türk olmayanları devletin ve sosyal yaşamın kritik noktalarına taşıması bir ruhsal hastalıktır. Düşünün, bir Türk devleti olan Osmanlı Devleti’nde, 218 sadrazamdan sadece 100’ü Türktür! Ya padişah anaları?
Hem de bunun defalarca yanlışlığının farkına varılmasına rağmen!
Üzülerek ifade etmeliyim ki; Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı’da gelenek haline gelmiş olan; devleti, bilim odaklarını ve sosyal yaşamı Türk olmayanlara teslim etme zihniyeti, günümüz Türkiye’sinde de devam etmektedir.
Aşıkpaşazade bize 560 yıl öncesine dair, Bizans dönmesi Rum Mehmet Paşa’ya ilişkin bir olay anlatır ve; “Rum Mehmet Paşa’nın İslam dinine girmiş olmasına rağmen, Bizans’ın eski soyluları ile irtibatta olduğunu, onların telkinleri doğrultusunda hareket ettiğini, İstanbul’un bir gün yeniden Bizanslıların eline geçmesini beklediğini” diye nakleder.
Siz günümüzde Rum Mehmet Paşaların olmadığını ve etkili makamlarda bulunmadığını mı zannediyorsunuz?
Osmanlı’ya hâkim olmuş bu gayr-ı Türkler, Anadolu ve Rumeli’de yaşayan Türkleri, yaptıkları uygulamalarla isyan ve ihtilal hareketlerine mecbur etmiş, ardından da “taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayın” diyerek vahşice yaptıkları ile tesirleri günümüze kadar gelen hadiselerin müsebbibi olmuşlardır.
Muhteşem Yüzyıl dizisi ile Türk halkının da dikkatini çeken, bahsettiğimiz gayr-ı Türklerden Pargalı İbrahim Paşa; kendisinin ve diğerlerinin ulaştığı gücü vurgulaması bakımından Avusturya Kralı Ferdinand’ın elçilerine söylediği sözler çok ilginçtir: “Bu büyük devleti idare eden benim, her ne yaparsam yapılmış olarak kalır; zira bütün kudret benim elimdedir. Memuriyetleri ben veririm; eyaletleri ben tevzi ederim; verdiğim verilmiş ve red ettiğim red edilmiştir. Büyük Padişah, bir şey ihsan etmek istediği veya ihsan ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmeyecek olursam gayr-i vaki gibi kalır. Çünkü her şey harb, sulh, servet ve kuvvet benim elimdedir.”
Unutulmasın ki; yazıda bahsi geçen Pargalı İbrahim ve Rum Mehmet Paşalar idam edilmiştir.
Hani Osmanlı, Türk devletiydi? Evet, terminolojide Türk devleti ama uygulamada arada bulasın!
Türklerde yabancıya karşı hayranlık ve teslimiyet, maalesef bir aşağılık kompleksine yol açmıştır. Zannetmişizdir ki; biz hiç bir şeyi yapamayız ve başaramayız! Halbuki bu algı yanlıştır ve bu yanlışlığı ispatlayan son örnek, Nobel Ödülü kazanan ve Türklüğü ile gururlu Aziz Sancar’dır.
Onun için gidip; siyaseti, bürokrasiyi, üniversiteyi, medyayı yetmedi din ve diyanet işlerini de gayr-ı Türklere bırakmışızdır.
Buna bir tek dur dediğimiz dönem; 1919 – 1938 arasında yaşayan “Büyük Türk” Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türkler için bir “reklam arası” verdiği dönemdir. Halen de onun kırıntıları ile idare etmekteyiz.
Atatürk; “başınıza geçireceğiniz adamların asli cevherine dikkat ediniz” veya “beni Türk hekimlerine emanet ediniz” gibi sözleri boşuna söylememiştir.
Son söz şu olsun; Türkler benim bu yazdıklarımı yine dikkate almayacak, buna karşılık gayr-ı Türkler, bu yazıyı satır satır dikkatle okuyarak varlıklarını korumak için nasıl tedbir alacaklarını veya Türklere fener tutan bu garibi, nasıl etkisiz hale getireceklerini düşüneceklerdir…
Dedim ya, hastalık bizde akıl ve ruh tutulması yaratmış. Ama şifasını bulacağız!
“3 Mayıs Türkçülük Günü, Türklere ve kendini Türk hissedenlere kutlu olsun...”