KONUDAN KONUYA (43)
Manavın önünden her geçişte, o renk renk meyva ve sebzelerin, kendi öz ambalajları içinde bizlere sunulmasını gördükçe; tat ve şekilleriyle; onları toprak, su ve havanın -sebep oldukları halde- ortaya koymadıklarını anlayalım. Ülfet, ünsiyet ve alışkanlık perdesini yırtarak; yüzümüze karşı hak ve hakikati lisânı hâl ile söylediklerini duyalım. Zâhirden bâtına geçmenin mânevi hazzı ile, yaratılmış olduklarının şuuru içinde Yaratanı bulalım. Bilelim ve sevelim. Yüce Allah katında nasıl sevilen kullar olduğumuzu idrâk edelim. Huzu’ ve huşû içinde mest olup; eşrefi mahlûkat / insan denen en şerefli yaratılan mahlûkat oluşumuzun zevkine varalım.
x
İşte bütün bunlar Hakk’a, tefekkürle varılan birer yol
Sensin Sen, ey mükerrem İnsan! Hatırı olan bir kul
Tabiat, sebepler ve kendiliğinden oluyor denen zincirleri kır
“Yaratan Allah’tır.” diyerek Tevhîdi bütün gücünle haykır
İstiyorsan, kâinat ötesi sır ve esrâra vâkıf
Kendini tanımakla olursun, bunlara ârif
Geçiyor sırları çözmenin anahtarı, bilmekten kendini
Cismaniyet arkasında örtülü; kayyum olan mânâ âlemi
İstiyorsan yükselmek bilinmeyen semalara
Mânevî mâhiyetinle mümkün erişmek onlara
O derece mânidar, hassas ve güzeldir ki o mahiyet
Lisanın tavsiften âciz kaldığı, sır küpü bir hüviyet
Sevinç ve sevgi dolu, o mahiyette olmayan yok
Sonsuzluk istek ve emelleri, kısaca hep daimilik
x
Büyük müfessir Elmalılı M.Hamdi Yazır’ın muhteşem tefsiri olan “Hak Dini Kur’an Dili”
Adlı eserini; içinde “Tanrı” kelimesi geçiyor diyerek -maalesef- okumayanlar var!.
Nerede kaldı “Huz ma sefa, da’ ma keder.” / “Her şeyin iyi, doğru ve güzel olanını al.
Kötü, yanlış ve çirkin olanını bırak.” ölçüsü?
Kur’an-ı Kerîm’de “Yahudiler” ve “Firavun” ismi geçiyor diye,
Kur’anı okumaktan vaz mı geçelim?
“Eûzü”de “Şeytan” ın ismi geçiyor diye, Eûzü çekmekten geri mi duralım?
İçlerinde kötüler var diye, insanlarla görüşmeyelim mi?
x
Şâir niçin şiir söyler?
Ressam niçin resim yapar?
Müellif niçin kitap yazar?
Mimar, Mühendis niçin bina diker?
Bestekâr niçin besteyle uğraşır?
Herkes anılmak, bilinmek, sayılmak ve sevilmek için değil mi?
Herkes; kabiliyetleri, istidat ve yetenekleri bilinsin, anlaşılsın
Ve kendilerine sevgi, saygı duyulsun diye değil mi?
Yani fiilde fâil, yapılanda yapan, nakışta nakkaş, beste de bestekâr;
Hepsi de bilineyim, tanınayım diye değil mi?
x
İşte bütün bunlar Hakk’a, tefekkürle varılan birer yol
Sensin Sen, ey mükerrem İnsan! Hatırı olan bir kul
Tabiat, sebepler ve kendiliğinden oluyor denen zincirleri kır
“Yaratan Allah’tır.” diyerek Tevhîdi bütün gücünle haykır
İstiyorsan, kâinat ötesi sır ve esrâra vâkıf
Kendini tanımakla olursun, bunlara ârif
Geçiyor sırları çözmenin anahtarı, bilmekten kendini
Cismaniyet arkasında örtülü; kayyum olan mânâ âlemi
İstiyorsan yükselmek bilinmeyen semalara
Mânevî mâhiyetinle mümkün erişmek onlara
O derece mânidar, hassas ve güzeldir ki o mahiyet
Lisanın tavsiften âciz kaldığı, sır küpü bir hüviyet
Sevinç ve sevgi dolu, o mahiyette olmayan yok
Sonsuzluk istek ve emelleri, kısaca hep daimilik
x
Büyük müfessir Elmalılı M.Hamdi Yazır’ın muhteşem tefsiri olan “Hak Dini Kur’an Dili”
Adlı eserini; içinde “Tanrı” kelimesi geçiyor diyerek -maalesef- okumayanlar var!.
Nerede kaldı “Huz ma sefa, da’ ma keder.” / “Her şeyin iyi, doğru ve güzel olanını al.
Kötü, yanlış ve çirkin olanını bırak.” ölçüsü?
Kur’an-ı Kerîm’de “Yahudiler” ve “Firavun” ismi geçiyor diye,
Kur’anı okumaktan vaz mı geçelim?
“Eûzü”de “Şeytan” ın ismi geçiyor diye, Eûzü çekmekten geri mi duralım?
İçlerinde kötüler var diye, insanlarla görüşmeyelim mi?
x
Şâir niçin şiir söyler?
Ressam niçin resim yapar?
Müellif niçin kitap yazar?
Mimar, Mühendis niçin bina diker?
Bestekâr niçin besteyle uğraşır?
Herkes anılmak, bilinmek, sayılmak ve sevilmek için değil mi?
Herkes; kabiliyetleri, istidat ve yetenekleri bilinsin, anlaşılsın
Ve kendilerine sevgi, saygı duyulsun diye değil mi?
Yani fiilde fâil, yapılanda yapan, nakışta nakkaş, beste de bestekâr;
Hepsi de bilineyim, tanınayım diye değil mi?