ru24.pro
World News
Декабрь
2024
1 2 3 4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31

Abdülhak Şinasi Hisar'dan İstanbul'a dair

0

İstanbul'un güzelliklerini, renklerini, seslerini tüm canlılığıyla kalemine yansıtan yazarların başında gelen Abdülhak Şinasi Hisar, tam bir İstanbul aşığıydı. İstanbul’un mâzide kalan tarihî ve tabiî güzellikleriyle Boğaziçi’nde yaşanan hayatın unutulup gitmesine istemeyen yazar, çocukluğunun geçtiği Rumeli Hisarı, Kanlıca, Çamlıca gibi Boğaz semtlerinin hususiyetlerini ve yaşantısını yazılarında ve romanlarında konu edinmiştir. Geçmiş zamanlarda yaşanan hayatının ahengini ve tadını duyurmaya çalışan Abdülhak Şinasi Hisar’ın İstanbul ve Boğaziçi Yazıları kitabı, Beyza Ertem ve Nisan Erdem’in editörlüğünde Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabın birinci bölümü Hisar’ın 1931-1958 yılları arasında kaleme aldığı İstanbul ve Boğaziçi yazılarının bir derlemesinden, ikinci bölümü zamanında dergilerde yayımlanan ve daha sonra kitaplarına birtakım değişikliklerle alınan yazılarından üçüncü bölümüyse Boğaziçi’ni konu alan dört “Geçmiş Zaman Hikâyesi”nden oluşuyor. Dönemin İstanbul görsellerinin eşlik ettiği İstanbul ve Boğaziçi Yazıları’nda seyretmeye doyamadığı İstanbul’un kendi ruhunda uyandırdığı hisleri, çocukluğuna dair hatıraları ve şehrin kültürel bir miras olarak korunması hususundaki fikirleri okuyucuyla paylaşıyor.


İstanbul bir hülya gibi

Bir İstanbul muharriri olan Abdülhak Şinasi Hisar, 2 Haziran 1931’de yayımlanan “Edebiyat ve Turizm” başlıklı yazısının açılışını şu cümlelerle yapıyor: “Tabiatı ve manzarası itibarıyla, dünyanın en güzel ve tarihî eserleri itibarıyla en zengin şehirlerinden birinde yaşıyoruz. İstanbul kelimesi insanların başında bir hülya gibi dönüyor.” Medeniyetlere ev sahipliği yapmış İstanbul’un maddeten emsali bulunmayacak kadar güzel, cihanî bir şehir olarak nitelendirmiş tarihin ve tabiatın bıraktığı bu servetin bu mirasın ehemmiyetini yazılarında vurgulamıştır.


Boğaziçi medeniyeti

Boğaziçi’nin “perili bir diyar” olduğuna inanan Abdülhak Şinasi Hisar’a göre Boğaziçi halis bir Türk eseridir ve Türkler burada İstanbul’dan bile ayrılan Boğaziçi Medeniyeti’ni meydana getirmiştir. Hisar’ın Boğaziçi’ni bir medeniyet olarak kabul etmesinin nedeni Boğaziçi’nin kendine has hususiyetlerinin bulunmasıdır. Türkler Boğaziçi’nde tamamen Boğaziçi’nin tabiî dokusu içerisinde ona uygun bir biçimde yaşamayı öğrenmiş ve tabiatın tüm güzelliklerinden istifade etmişti. Boğaziçi’ni emsalsiz İstanbul’un en güzel parçası olarak nitelendiren Hisar, Boğaz’ın iki yakasını süsleyen yalılara tarihî ve estetik bir gözle bakıyor. Boğaziçi’ndeki yalılar, kasırlar, sahilsaraylar ile bunları korularda tamamlayan köşkleri Türk mimarî dehasının ortaya koyduğu eşsiz güzellikte şaheserler olarak telakki ediyor. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi başta olmak üzere tarihi kaynaklarda ve seyahatnamelerde Boğaziçi’nin Anadolu ve Rumeli kıyılarının tasvir edildiğini buranın son derece mamur ve müreffeh olduğunu belirtiliyor. Boğaziçi gecelerinde helva sohbetleri ve mehtap sefalarının tertip edildiğini, II. Mahmud, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz’in kayıklarıyla Boğaziçi’ne sık sık gezmeye çıktıklarını, Cuma namazlarını için Boğaz camilerinden birini tercih ettiklerini anlatan yazar Boğaziçi’nin yabancılarda da büyük hayranlık uyandırdığını ve ilham kaynağı olduğu şu cümlelerle söylüyor: “Boğaziçi medeniyeti, dediğimiz bu ince ve zarif mucizenin yüksek şahitleri, vefakâr âşıkları, büyük hayranları arasında ecnebiler de vardır. Bunlar Fransız, İngiliz, İtalyan ve Alman seyyahları, müverrihleri, şairleri, hikayecileri, ressamlarıdır ki Boğaziçi’nin güzelliklerini kendi lisanlarıyla seyahatnamelerinde, tarihlerinde, şiirlerinde, hikayelerinde, tablolarında tasvir etmişlerdir.” Boğaziçi’nin birer kalesi birer şahidi olarak nitelendirdiği eski zaman yalılarına dair yazıları da kitapta yer alıyor. Boğaziçi’nin hususiyetlerinin kaybolduğunu yalılarının birer birer yıkıldığı hususî bir âlem olarak nitelendirdiği Boğaziçi medeniyetinin kaybolmaya yüz tuttuğundan dem vuruyor. Bu yalıların mimarisi, tezyinatı ve bahçesiyle benzersiz bir tarihi eser olduğunu, sahil boyunca benzersiz bir manzara sunduğunu bütün maddi ve manevi hususiyetleriyle korunması gerektiği ifade ediyor. Boğaziçi yalıları içinde en eski ve en tarihi olan Anadoluhisarı’ndaki Amcazade Hüseyin Paşa (Köprülüler) Yalısı’nın müstesna bir kıymete sahip olduğu belirterek içinde bulunduğu harap vaziyetten kurtarılmasının elzem olduğu söylüyor. Yazarın, Boğaziçi’nin göz bebeği olan aşı boyalı bu tarihi yalısının tamirinin son derece önemli olduğunu belirttiği yazısından bugüne geçen yarım asırda Amcazade Yalısı’nın hâlâ tamire muhtaç bir vaziyette olması da son derece düşündürücü.


Bir Boğaziçi Yalısı Müzesi

Abdülhak Şinasi Hisar, Boğaziçi yalılarının canlı birer hüviyeti olduğu belirterek hemen hepsinin kendi köşesinde zaman ve tabiatın şekillerine, renklerine uyarak eski zaman ressamlarının tablolarındaki birer manzara gibi geçmişin hatıralarını sakladığını söylüyor. Medeniyetler tarihi rollerini ikmal edince onların hatıralarının bir muhafaza yani bir müze içine konulması lazım gelir diyen Hisar, tarihi ve mimari kıymeti büyük olan eski yalılardan bir tanesinin Boğaziçi Müzesi olarak açılmasını teklif ediyor. Ona göre bu yalı selamlığıyla, haremiyle, bahçesiyle, mutfağıyla, hamamlığıyla, kayıkhanesiyle, kayığı ile bütün eski zaman eşyası ile avizeleriyle, çubuğuyla, nargilesiyle, sazlarıyla, mangallarıyla, levhalarıyla, çeşmibülbülleriyle bütün bu hususiyetleriyle tam bir Boğaziçi Müzesi, şehir medeniyetimizin en güzel bir numunesini temsil edecektir. Boğaziçi’nin Anadolu kıyılarındaki yalılarını tek tek sayarak Beylerbeyi’ndeki Hasip Paşa Yalısı’nın müze olmaya en uygun yalı olduğu ifade ediyor. Topkapı Sarayı, Türk ve İslam Eserleri Müzesi Askeri Müze, Deniz Müzesi gibi tarihimizin ve medeniyetimizin en kıymetlilerinden birine namzet olacağını ümit ettiği Boğaziçi Müzesi’nde resim, tarihi vesika, kitap ve etnografya bakımından Boğaziçi’ne dair eserlerin toplanarak korunmasının faydalı olacağını belirterek şunları söylüyor: Gönül istiyor ki, bir Boğaziçi müzesinde yazı, kitap, resim olarak Boğaziçi’ne ait eserler ve vesikalar, Boğaziçi’nin en kutsi hatıraları, ne yazık ki zevale mahkûm güzelliklerinin bütün şahitleri barındırılsın. Müzenin kütüphanesinde, Boğaziçi’ne dair her lisandaki kitapların hepsi ve resim galerilerindeki bütün Boğaziçi tabloları, gravürleri, fotoğrafları reprodüksiyon veya kopya olarak bulundurulsun. Kitaptaki çeşitli yazılarda muharrir, eski İstanbul’un manzaralarından, sularından, kayıklarından sitayişle bahsederken mekânla kurduğu benzersiz edebî ilişkiyi görünür kılıyor. Bununla birlikte Boğaziçi’ndeki yaşamı, yalıların görkemli manzaralarını, gurup vakitlerinin insanda bıraktığı hissiyatı satırlarına yansıyor. Abdülhak Şinasi Hisar, İstanbul ve Boğaziçi Yazıları’nda asırlar içinde meydana gelen Boğaziçi medeniyetinin mehtap geceleri, musiki alemleri, kayıkları, yalıları, köşkleri ile kendine mahsusu yaşantısını ve mazideki İstanbul’u tüm haşmetiyle gözler önüne seriyor.


Nasreddin Hoca kadim medeniyetlerin izinde

Çocuklarınızla birlikte çizin ve öğrenin

“Bir Yokmuş”la Bitmeyen Masallar