İSTANBUL KENT ÜNİVERSİTESİ’NDE DÜZENLENEN TÜRKİYE’NİN ÇEVRESİNDEKİ SICAK ÇATIŞMALARI DEĞERLENDİRME TOPLANTISI
İstanbul Kent Üniversitesi’nde 8 Ekim 2024 tarihinde düzenlenen “Türkiye’nin Çevresindeki Sıcak Çatışmaları Değerlendirme Toplantısı”, özellikle İsrail-Filistin, İsrail-Lübnan ve İsrail-İran ekseninde son günlerde yaşanan hareketliliğin değerlendirildiği ve Türkiye açısından ortaya çıkan jeopolitik risklerin masaya yatırıldığı önemli bir etkinlik olarak dikkat çekti. Etkinliğin moderatörlüğünü İstanbul Kent Üniversitesi İİSBF Dekanı Prof. Dr. Hasret Çomak yaparken, etkinliğe konuşmacı olarak emekli Tuğamiral Bülent Turan, emekli Tuğamiral Alaettin Sevim, Prof. Dr. İsmail Melih Baş, Prof. Dr. Yaşar Onay, Prof. Dr. Ozan Örmeci, Doç. Dr. Doğan Şafak Polat, Dr. Serhat Süha Çubukçuoğlu, Dr. Murat Koray, Dr. Hande Ramazanoğulları, Dr. Mesut Özel ve Dr. Çağlar Özer katıldılar. Bu yazıda, bu etkinlikte ifade edilen bazı fikirler gündeme getirilecektir.
Etkinlik afişi
Prof. Dr. Hasret Çomak, açılış konuşmasında, öncelikle dördüncü nesil savaş olgusuna değinmiştir. Konuşmasında, Çomak, klasik olarak bilinen konvansiyonel savaş tanımının son dönemde değiştiğini, savaşan karşıt tarafların günümüzde belli olmadığını ve “proxy” (vekil) güçlerin çatıştığı, daha çok sivil kayıpların olduğu, ayaklanmaların baş gösterdiği ve istihbaratın öneminin arttığı asimetrik/hibrit savaşların gündeme geldiğini anlatmıştır. Ardından, Çomak, İsrail’in ilerleyen günlerde Lübnan’a karşı deniz yoluyla bir operasyon yapma ihtimalinin yüksek olduğunu belirtmiştir.
Açılış konuşmasını müteakiben etkinliğin ilk konuşmacısı olan emekli Tuğamiral Alaettin Sevim, Ortadoğu’daki riskli gelişmelere ABD’de yaşam standartlarının yüksekliğini ve Batı dünyasının üstünlüğünü korumayı amaçlayan Pentagon’daki azgın bir grubun neden olduğu belirtirken, ABD liderliğindeki Batı dünyasının son yıllarda gerileme içerisinde olduğunu, buna karşın halen güçlerini koruduklarını ifade etti. ABD’de bu gelişmeler karşısında daha çok iç meselelere odaklanmayı öneren daha izolasyonist bir grupla (Trump ve destekçileri) küresel anlamda etkinliği sürdürmek isteyen liberal müdahalecilerin rekabet içerisinde olduklarını belirten Sevim, günümüzde İsrail’in Hamas/Hizbullah/İran’la savaş içerisinde olduğunu da kaydetti. Böyle bir ortamda kontrollü gerginliğin devam edeceğini öngören emekli Tuğamiral, tırmanma ve savaşın ise ABD için de çok riskli olacağı için tercih edilmeyeceğini zira ABD’nin en büyük stratejik rakibi olarak gördüğü Çin’i dengelemek adına Hint-Pasifik veya Asya-Pasifik’e açılmak istediği için Ortadoğu’da uzun süreli çatışmacı bir sürece girmek istemediğini belirtmiştir. Bu bağlamda gerginliğin bir müddet devam edeceğini ama tırmanma olmayacağını öngören Sevim, İsrail’in İran’ın nükleer ve petrol tesislerine yapmak istediği saldırılara ABD’nin engel olduğunu ve Washington’ın İran’ın misilleme olarak Arap (Körfez) devletlerine enerji nakillerinde engel çıkarmaya başlaması sonucunda bölgede enerji krizi yaşanmaması adına sorumlu davrandığını vurgulamıştır. Buna karşın, İsrail-ABD cephesinden İran’daki askeri tesisler ve diğer enerji tesislerine çeşitli saldırılar olabileceğinin altını çizen Sevim, Arap ülkelerinin hava sahalarını olası bir savaş durumunda İsrail’e kapatmaları ve Türkiye’nin de benzer tavır almasının muhtemel olması sebebiyle İsrail’in ancak denizaltı ve gemilerden füze saldırıları yoluyla İran’a karşılık verebileceğini düşünmektedir. Krizi tırmandırmanın kimsenin yararına olmayacağını da kaydeden Sevim, Türkiye’nin bu süreçte çok dikkatli bir şekilde süreci takip ederek gerekli hazırlıkları yapması gerektiğini sözlerine eklemiştir.
Daha sonra söz alan Prof. Dr. Yaşar Onay, Türkiye’nin “kötü mahalledeki en güzel ev” şeklinde Ortadoğu bölgesindeki bir cazibe merkezi olduğunu vurgularken, buna karşın çevredeki olumsuz gelişmeler nedeniyle Türkiye’nin sıcak çatışmalara komşu yaşamak zorunda kaldığını ve bunun da güvenlik eksenli politikaları öncelikli kıldığını söyledi. Rusya-Ukrayna Savaşı ve İsrail-Filistin/Lübnan/İran gerginliğinin olumsuz etkilerinin yanı sıra, Suriye iç savaşı ve terör örgütlerini, Irak’taki PKK varlığını ve Doğu Akdeniz enerji kaynakları ve münhasır ekonomik bölge tartışmalarını Türkiye açısından önemli risk unsurları olarak sıralayan Onay, bölgede son dönemde gelişen Ermenistan-İran ittifakı karşısında Azerbaycan-İsrail cephesinin oluştuğunu ve Türkiye’nin bu gelişmeleri yakından takip etmesi gerektiğini de sözlerine ekledi. Bu bağlamda İsrail’in Türkiye’ye saldırabileceği yönündeki iddiaları gerçekçi bulmadığını kaydeden Prof. Onay, İsrail’in dini motivasyonla desteklenen politikalarını da konuşmacılar için izah etmiştir.
Üçüncü konuşmacı olan emekli Tuğamiral Bülent Turan, öncelikle ABD’nin Ortadoğu bölgesindeki güç mücadelelerinde etkili olduğunu ve zaman zaman yaptığı müdahalelerle durumu toparlamaya çalıştığını, ancak bölgeyi kontrol etmekte artık zorlandığını belirtti. Ortadoğu’daki gelişmelerin ve ABD’nin burada zaman kaybetmesinin Çin’in lehine olduğunun altını çizen Turan, bölgede yaşanan gelişmelerin ABD’ye ekonomik anlamda da kayıplar yaşattığını vurguladı. Enerji konusunda da Rusya’nın Batı’ya yönelik ticaretinin kesilmesinin Çin’in ucuz enerji ihtiyacını Rusya’dan karşılaması anlamında Pekin’in çok lehine bir gelişme olduğunu kaydeden emekli Tuğamiral, İsrail konusunda NATO’nun örgütsel bir destek sağlamayacağını, ama ABD, Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık gibi önemli NATO üyelerinin İsrail’e tam destek vereceklerini söyledi. İsrail’in cep telefonları ve çağrı cihazlarına yönelik istihbarat operasyonunu da önemli bir gelişme olarak vurgulayan Turan, ABD’deki seçimlerin NATO’nun Ukrayna politikaları bağlamında önemli olduğunu da ifade etti.
Dördüncü konuşmacı olan İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) bölümü başkanı olan Prof. Dr. Ozan Örmeci, etkinlikteki konuşmasında, ilk olarak, Birleşmiş Milletler ve uluslararası hukuka son dönemde azalan güvenin uluslararası toplum adına riskli olduğunu; zira uluslararası topluma güvenin azaldığı ortamlarda tüm devletlerin Realizm esasları ve “self-help” (kendi kendine yardım) mantığıyla hareket ettikleri ve ulusal güvenlik çıkarlarını maksimize etmek istedikleri için çatışma ihtimalinin arttığını vurguladı. Örmeci, İran’da geçtiğimiz gün yaşanan olağan dışı bir sarsıntı sonrasında çeşitli haber sitelerinde İran’ın nükleer bir test yapmış olabileceğinin iddia edildiğini, ancak Uluslararası Atom Enerji Kurumu’na yakın akademisyenlere danıştığında bölgede henüz radyoaktivite miktarında olağandışı bir artışa rastlanmadığını ve bu nedenle bölge siyaseti anlamında bir “game-changer” olabilecek İran nükleer programının henüz nihai aşamaya ulaşmadığını anlattı. Ayrıca, Örmeci, yaklaşan ABD Başkanlık seçimleri bağlamında, Donald Trump ve Cumhuriyetçi ekibin ABD’nin daha çok kendi içine kapanmasını isterken, Demokratların daha liberal müdahaleci ve küreselci eğilimde olduklarını ve ilginç bir şekilde geçmişte barış ve uzlaşıya daha yakın olan Demokratların günümüzde “neocon” gibi davrandıklarını vurguladı. Prof. Dr. Ozan Örmeci, bunların yanı sıra, İsrail’e karşı Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava ve uluslararası tepkiler nedeniyle imaj anlamında ciddi sorun yaşamasına karşın, İsrail yönetiminin Hamas ve Hizbullah’a lider kadrosunun elimine edilmesi anlamında ciddi darbe vurmayı başardığını anlatırken, özellikle yıllar öncesinden planlanan cep telefonu-mesaj cihazı saldırısının İsrail’in istihbarat anlamındaki başarısına dair önemli bir örnek olduğunun altını çizdi. Bu bağlamda, Örmeci, İsrail’in bölgede tanınmak ve meşru bir aktör olarak kendisini tüm diğer devletlere kabul ettirmek için sert politikalar uyguladığını ve bunun olması halinde barış sürecinin şansının artacağını vurgulayarak, geçmişte de İsrail’in kazandığı toprakları (Mısır ve Lübnan örnekleri vs.) barış ve tanınma karşılığında iade edebildiğini ifade etti. Bu bağlamda, Örmeci, İran’ın vekil güçler aracılığıyla ve nükleer programıyla bölgedeki önemli bir güç haline geldiğini de vurgulayarak, Türkiye’nin bu süreçte çok boyutlu dış politikasına devam ederek halkının eğilimlerine uygun ve akılcı bir dış politika izlemesi gerektiğini söyledi. Örmeci’nin vurguladığı ilginç bir diğer husus ise Türkiye-İsrail normalleşmesinin denendiği her dönemde yeni bir krizin yaşanması ve bölgesel ve uluslararası dinamiklerin buna izin vermemesi olduğu tespitiydi. Ek olarak, Örmeci, bu süreçte terörle mücadelede elde ettiği başarılar nedeniyle ülke içerisinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya olan verilen desteğin arttığını belirterek, terörle mücadelenin de demokratik siyasette önemli ve etkili bir politika seti olduğunu Türkiye’nin geçmişte tecrübe ettiği Öcalan’ın yakalanması sürecinden yola çıkarak izah etti. Örmeci, konuşmasını, güvenlik çalışmalarının Türkiye’de üniversiteler ve düşünce kuruluşlarında daha profesyonel düzeyde yapılması ve bölge ve ülke uzmanlarının yetiştirilmesi gerektiğini vurgulayarak noktaladı.
Etkinliğin bir diğer konuşmacısı olan Dr. Serhat Süha Çubukçuoğlu, Abu Dabi’de yaşayan bir araştırmacı olarak Körfez devletlerinin tavrını yakından gözlemlediğini ve Körfez ülkelerinin kendilerini son dönemde giderek artan oranda “küresel güney”de hissettiklerini vurgulayarak, dünyada bir güç kaymasının yaşandığını ve Avro-Atlantik eksenli ekonomik ve siyasal ağırlığın giderek Hint-Pasifik bölgesine kaydığını vurguladı. Körfez ülkeleri açısından serbest ticaret ortamı ve denizlerin açık olmasının kritik bir mesele olduğunu vurgulayan Çubukçuoğlu, bu nedenle Husilerin saldırıları ve yine İran’ın çok sıkıştırılması durumunda verebileceği radikal tepkilerin Körfez ülkelerini endişelendirdiğini vurguladı. Körfez devletlerinin olası bir ABD/İsrail-İran savaşında taraf olmayacaklarını ilan ettiklerinin altını çizen Çubukçuoğlu, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile İsrail ticaretinin rekor düzeye ulaştığını ve Suudi Arabistan’ın da el altından İsrail’le yüklü miktarda ticaret yaptığını söyledi. Son dönemde Müslüman Kardeşler gibi İslamcı hareketlerden ziyade Körfez ülkeleri halklarında seküler Arap milliyetçiliğinin yükselişe geçtiğini de belirten Çubukçuoğlu, Hindistan merkezli ABD projesi IMEC’e kıyasla daha güvenli bulunan Türkiye-Irak yönümlü Kalkınma Yolu Projesi’ne de ciddi ilgi olduğunu ifade etti. Körfezde yaşayan araştırmacı, Körfez ülkelerinin Çin’le ilişkilerinin de hızla geliştiğini ve Çin’in hem BAE, hem de Suudi Arabistan’ın en büyük ticaret partneri haline geldiğini vurguladı.
İstanbul Kent Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Çağlar Özer, konuşmasına “kontrol altına alma” ile “stratejik hedefe ulaşma”nın aynı olmadığını belirterek başladı. Özer, İsrail’in bölgeyi kontrol altına alsa bile stratejik hedeflerine henüz ulaşamadığını, zira Hamas’ın yok edilemediğini ve rehinelerin kurtarılamadığını vurguladı. Bölgedeki gelişmeleri “düşük yoğunluklu savaş” olarak tanımlayan Özer, “Kara Harekâtı” konseptinden yola çıkarak İsrail’in aslında iki cephede birden savaşmadığını ve “İç Hat” denilen doktrini uygulayarak ilk önce en kuvvetliye saldırdıktan sonra diğer düşman kuvvete yöneldiğini aktardı. Amerikan Yahudilerinin ABD’deki siyasal partiler ve karar alma mekanizması üzerindeki büyük etkisine de gönderme yapan Dr. Çağlar Özer, ABD’nin İsrail’e yaptığı rekor düzeydeki yardımlara da dikkat çekti. Ek olarak, Özer, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ABD arasında yapılan Savunma İşbirliği Antlaşması ile Rum Yönetimi’ne yönelik silah ambargosunun kaldırılmasının Türkiye’nin dikkat etmesi gereken bir husus olduğunu belirtti. Konuşmacı, İsrail’in iki senelik istihbarat odaklı operasyonu sonucu Lübnan’daki çağrı cihazları ve telsizlerin patlatılmasının ise “etki odaklı operasyon” olduğunu belirtti. Özer, son olarak, İsrail’in Demir Kubbe sisteminin de son dönemde zorlandığını ve bu ülkenin savunmasını geliştirmesi gerektiğini söyledi.
Dr. Hande Ramazanoğulları, etkinlikteki konuşmasında, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde son yıllarda Türkçe literatürde “başarısız devlet” olarak tanımlanan “failed-state”lerin çoğaldığına dikkat çekerek, Hizbullah ve Hamas gibi devlet-dışı aktörlerin halkların güvenliği ekseninde geliştirmedikleri politikalarıyla bölgede jeopolitik ve güvenlik risklerine yol açtığını vurguladı. Bu tarz devlet-dışı yapılanmaların küresel güvenliğe de tehdit olduğunu belirten Ramazanoğulları, klasik anlamda devletlerin “raison d’état”ları veya hikmet-i hükümetlerinin halklarının güvenliği olduğunu, ancak bu tarz örgütlerin farklı şekilde kararlar alıp uyguladıklarını belirtti.
Sonuç olarak, İstanbul Kent Üniversitesi’nde düzenlenen bu etkinlik, son derece etkili ve çarpıcı konuşmaların yapıldığı bir akademik faaliyet olarak ilgi çekerken, dinleyiciler açısından da öğretici ve faydalı bir çalışma oldu.
Begüm MÜFTÜOĞLU