ru24.pro
World News
Сентябрь
2024

Bu millet ne zaman çocukları kadınları ve hayvanları katleder hale geldi?

0

Yoksa siz de bu milletin her zaman ahlaksız ve yozlaşmış olduğunu mu düşünüyorsunuz? Hayır, bu millet eskiden çok farklıydı ve bu yorum bana ait değil. Türk ve İslam düşman olan Avrupalıların itirafı.



Ancak 1600’lerde Osmanlı’da bulunan Fransız seyyah Du Loir “Bu memlekette hemen hemen hiçbir cinayet vakası duyulmaz.” derken, 1800’lerde Osmanlı’da yaşamış Fransız tarihçi Henri Ubicini “esnafın dükkanını namaz vakitlerinde kitlemeden namaza gitmesine ve insanların geceleri evlerininin kapılarını basit bir mandalla kapatmasına rağmen yılda dört hırsızlık vakası bile olmadığını ama Galata ve Beyoğlu gibi sırf Hristiyanlardan oluşan bölgelerde hırsızlık ve cinayet vakalarının duyulmadığı gün olmadığını” yazıyordu.




Savaş dönemlerinde bile yolların evler kadar emniyetli olduğu bir yer

Bugün bazıları ahlaksızlıkların artmasını hayat şartlarının kötüleşmesine bağlar. Oysa 18. yüzyılda İngiltere’nin İstanbul büyükelçiliğini yapmış bir Türk ve İslam düşmanı olan James Porter hatıratında “Türkiye’de yol kesme, soygun ve dolandırıcılık vakalarının neredeyse görülmediğini; sadece barış dönemlerinde değil, savaş dönemlerinde bile yolların evler kadar emniyetli” olduğunu yazıyordu.


Demek ki, gerçekten ahlaklı bir toplum değil şartlar kötüleştiğinde, bir savaş halinde bile ahlaklı kalabiliyordu.



Fransız general Comte de Bonneval de “Türkler ister vicdanı bir akideden, ister ceza korkusundan kaynaklansın, o kadar dürüstlük gösterirler ki, insan çok defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır.” diyordu.




Fransız tarihçi Ubicini bir Türkle konuşmasını anlattı

Bugün kaba saba belki küfürlü konuşmak rağbet görürken, Türk düşmanı İngiliz yazar Charles Macfarlane, “Bu milletin o kadar tatlı bir konuşma tarzı vardır ki bütün medeni milletlere örnek olabilir.” diyordu.


Bugün başkası için yapılacak bir iyilik adeta enayilik kabul edilirken Hollandalı gezgin Corneille Le Bruyn “Türklerin hayır ve iyiliğe çok düşkün olduklarını, hatta Hristiyanlardan çok fazla hayrat vücuda getirdiklerini, bu yüzden de dilenciye Türkiye’de çok az rastlandığını” yazmıştı.




Binlercesinden sadece birkaçını vermekle yetindiğim bu örnekler, Türk toplumunun birkaç yüzyılda insani ve ahlaki olarak ne kadar çürüdüğünü anlamak için yeterli.


Peki ne zaman ve nasıl bu hale geldik?

Bizanslı Plethon 15. yüzyıl Türk toplumunu örnek alarak Avrupa toplumunda yenilik yapılması, böylece Avrupa’nın ilerleyeceğini savunuyordu. Osmanlı devlet gücünün zirveye ulaştığı 16. yüzyıldan sonra Türk toplumu zamanla pasifleşmeye başladı.




'Yeni Türk, eski Türk’ün değerinde değildir'

Ancak her Avrupalılaşma adımı, Türk toplumunu kendi değerlerinden uzaklaştırıyordu.




Gerçekten de devlet bir felakete sürüklenmiş; batıcı aydınlarımız medeni Avrupa gerçeğiyle batılılar topraklarımızı işgal ettiklerinde tanışmıştı. Türk milleti de üzerindeki iki asırlık miskinlik ve ölü toprağından bu işgal ile birlikte kurtulmuştu.



'Çanakkale Savaşı’nı kazandıran Türk askerindeki bu yüksek ruhtur'

Örneğin, Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı’nda Türk askerinin siperde öleni görüp, üç dakikaya kadar öleceğini bilse de en ufak bir tereddüt göstermeden ölüme yürüdüğünü” söylüyordu.



Mustafa Kemal, “Çanakkale Savaşı’nı kazandıran Türk askerindeki bu yüksek ruhtur”. diyordu.


Yani Mustafa Kemal de Türk halkının Allah ve din uğrunda savaştığını ve ülkenin bu manevi ruhla kurtarıldığını kabul ediyordu.


Ancak ilginç olan, ülke kurulduktan sonra milletin bu inancının ve değerlerinin ayaklar altına alınması, uğruna öldükleri dini yaşamasına müsaade edilmemesiydi.

Osmanlı modernleşmesi, bir yandan Avrupalılaşırken, diğer yandan kendi gibi kalmayı istemiş, ikisini de başaramamıştı.



'Bize Çanakkale’yi kazandıran o yüksek ruh'

Kemalist devrimse, milletin geçmişle bağlarını tamamen koparmayı, yani kendisi olmaktan isteyerek vazgeçmeyi amaçlamıştı.



Kendi medeniyetini öğrenemeyen nesiller köksüzleşmiş, zamanla atalarının uğruna savaştıkları değerleri unutmuş; yetmemiş, atalarının savaştığı emperyalistlere benzemiş, benzemek için can atar hale gelmişti.


İnandığı gibi yaşamasına müsaade edilmeyen millet, kendisine dayatılan hayat tarzını yaşadıkça, yaşadığı gibi inanmaya başlamıştı.



'Narin bir medeniyete kıyılınca, narin bedenlere kıyılan bir toplum da kaçınılmaz olmuştu'

Şehitlerin canlarını feda ettikleri dinin kanunları kaldırılmış, yerine İsviçre’nin, İtalya’nın kanunları getirilmişti. Toplumun kendi medeniyetinden uzaklaşması pahasına girişilen modernleşme de şekilde kalmış; şapka, balo ve kıyafetin ötesine geçememişti.



Yani narin bir medeniyete kıyılınca, narin bedenlere kıyılan bir toplum da kaçınılmaz olmuştu.


Bugün, kaybettiğimiz bu medeniyeti tekrar inşa etmemiz mümkün. Çünkü bu medeniyetin kökleri, yüzlerce yıldır ithal etmeye çalıştığımız modernlik gibi dışarda değil; bu topraklarda, tarihimizde, benliğimizde.


Yeter ki modernitenin olmamızı istediği işlevsel bir makine değil; sorgulayan ve hisseden bir insan olduğumuzu hatırlayalım.