ru24.pro
World News
Сентябрь
2024

Kimi pazarlar Nâzım Hikmet gibi, ya da Oktay Rifat kadar yakışıklı

0

Bu hafta Ingmar Bergman’ın Büyülü Fener’ine odaklanalım, bakın yazar pazarlarını nasıl anlatıyor: “Görevler, oyunlar, özgürlük, düzen ve güven. Kışın uzun karanlık okul yolu, bilye oyunları, ilkyazda bisiklet gezileri ve güzün pazar akşamları soba başında sesli okuma.”

Soba başında sesli okumalar yapılan, gündüzlerden farklılaşan akşam serinlikleri belki de hem pazarın hem de eylülün tanımıdır. Bu hafta pazarlar üzerine sohbet ettiğimiz isim ise şair Onur Caymaz oluyor. Caymaz’dan “klasik bir pazarı”nı anlatmasını istediğimizde bize şunları aktarıyor: “Pazarları sıkılırım ben, bu açıdan bu köşe için de gayet uygun biriyim galiba. Cioran’ın nefis tasvirini öğrendikten sonra bu sıkıntım biraz daha anlamlı hâle geldi, edebiyat zaten her şeyi anlamlı kılan nadir şeylerden biri değil mi? Sıkıntısını anlatmak için şöyle diyor bir yerde Cioran: ‘Bir pazar öğleden sonrasına dönüşmüş evren…’ Öyle bir sıkıntı ki yani anlattığı, bütün evren, bir pazar öğleden sonrası olmuş. Başka gün değil. Pazar. Cidden sıkıntıdır çünkü. Ne yaparım o gün geldiğinde… Her zaman olduğu gibi sabah erken kalkarım. Ömrüm boyunca geç kalktığımı hatırlamıyorum. Okurum, eskiden daha çok yazardım sabahları, şimdi okuyorum... Kahvaltı. Muhakkak aileyle. Sonra temizlik (evde ütü işi varsa görev bendedir), haftaya hazırlık, yapılacak bir şey, ziyaret, gezme, iş güç yoksa semtte kahve, biraz yürüyüş… Kışsa ve akşamsa balık severim; yazsa, akşam dışarıda olmayı, dışarıda atıştırmayı severim. Bu zamanda zaten dışarıda esaslı bir yemek de her yiğidin harcı değil. Kısacası tarifi imkânsız bir gün desek de olur mu?”

BOĞAZ KÖYLERİNE TAKILIYORUM

Onur Caymaz’a pazarlarının favori mekânını sorduğumuzda ise Boğaz civarının rotalarını anlatıyor: “O iş karışık bende yahu, çok yer var! Ama daha çok yaşadığım semt dolayısıyla Boğaz civarında, ustam Selim İleri’nin deyimiyle Boğaz köylerinde takılırım. Yeniköy, Hisar, Emirgan, Arnavutköy (butik kahvecilerim var)… Ama o günkü ruh hâlime göre Süleymaniye, Sultanahmet de severim (Türk Ocağı, Erenler), Beyoğlu (ama daha çok Tünel) da hoşuma gider (Fıççın mesela ilk aklıma gelen, Beyoğlu’nda sevdiğim yerler doksanlarda kaldı daha çok, hatıralarımızın üstüne oteller yaptılar demişti Mazhar Alanson). Belirgin bir mekânım yok. Hâlen şehirde sürprizli bir şey bulacakmışım gibi bir yerlere girer, bir şeyler denerim. Bu aralar Balat da hoşuma gidiyor, hoyrat turist kalabalığı olmadığı vakit ama. Yaş aldıkça hoyratlık beni iyice iter oldu.”

UMUTLU AŞK ÖYKÜSÜ NİYE FİLM OLSUN?

Şimdi sıra beyazperdede... Sizce pazar günü izlenecek en iyi film hangisidir? Caymaz bize eski filmleri işaret ederek şunları söylüyor: “Tüm eski filmler olur sanki. Bu aralar daha çok Türkan Şoray var aklımda. Sultanın Rutkay Aziz ile oynadığı incelikli filmi Ada. Süreyya Duru çekmiş. Peride Celal’in nefis bir hikâyesidir, o çok söylenmez. Bizde yazarlar çok sık anılmaz. Bir Zamanlar Anadolu’da sevilir ama Çehov’dan çok az konuşulur. Ada, Burgazada’da geçen umutsuz bir aşk öyküsü. Umutlu aşk öyküsü de niye film olsun zaten, değil mi?”

EŞİM VE KIZIM YANIMDA OLSUN YETER

Ve bir soru daha: “Özellikle pazar günleri görmek istediğiniz arkadaşlarınız var mı?” Caymaz şöyle cevap veriyor: “Ne zaman kimi özleyeceğim belli olmaz benim. Erenlerin sağı solu belli olmaz derler ya hani, o hesap biraz. Özel olarak görmek istediğim biri yok. Her an her şey olabilir. Asıl olması gerekenler, eşimle kızım yanımda olsun yeter. Bir yaştan sonra insan, içine doğduğu ailenin, kendi kurduğu aileyle arasında farkları da görüyor, zamanında arkadaş bildikleriyle yenileri arasında da seçimlerini yapıyor. Safra atıyor, yük azaltıyor diyelim. Sonrası tatlı, tenha bir yalnızlıktır. Ziya Osman Saba gibi: Sebil ve Güvercinler”

OKUMAK, YAZMAK, BİR ŞEYLER İZLEMEK

Gelelim bir diğer soruya... Acaba Caymaz’ın pazarları sıkıntı olmaktan kurtarmak için önerileri var mıdır? Bunu kendisine sorduğumuzda öncelikle, “Okumak, yazmak, bir şeyler izlemek. Her pazar genel işleyen rutinin dışına çıkmak. Ama galiba en çok yolda, seyahatte, ormanda, böyle bir yerlerde, sıradan akışın dışında olarak kurtuluyorum pazarlardan” diyor. Ardından da şöyle devam ediyor: “Gerçi sadece pazarı değil, hayatı iyi eden şeylerden biridir sıradan olanın dışına çıkmak. Sıradan olan, kurgudur. Esası aramalı.”

PAZARIN GÜZEL GEÇMESİ ZORDUR

Şüphesiz şu sayfanın en zor sorusunu seçecek olsak, “En güzel ve en kötü geçen pazar gününüz hangisi?”dir’e oy veririz. Caymaz’a bu soruyu yönelttiğimizde ise “Pazarın güzel geçmesi zor” diye başlayarak şunları anlatıyor: “Ama yaz tatilindeysem, denizle, ormanla, sevdiğim yiyecek içeceklerle, kitaplarımla, bizimkilerle ve şehrin dışında, ‘yolda’, ‘uzakta’ geçen bir pazarı severim. Fakat bu her zaman olabilecek bir şey değil ki… Pandeminin ilk yılında bir ressamın evini kiralayıp, şehirden delice kaçarak Datça’ya gitmiştik… Bir köyün birinde, bahçeli bir ev. Oradaki pazarları hatırlıyorum. Enfesti. Kötü pazar? O da galiba babamın ölümünden sonraki ilk pazar olabilir.”

ÇALIŞMAK BİR AYAKTA KALMA BİÇİMİDİR

Pazar günleri çalışıp çalışmadığını sorduğumuzda “Ben durmaksızın çalışırım. Bu bir ayakta kalma biçimi” diyen Caymaz’a son sorumuz ise şu: “Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu?” İşte şairin cevabı: “Kimi pazarlar, nadir de olsa Edip Cansever’in ‘peki o çocuk gönüllü yabancı kimdi’ dizesindeki gibi, çocuk gönüllü bir yabancıdır. Kimi pazarlar, sıkıcı, hafif düzenbaz, kötü niyetli bir taşra bürokratı. Kimi pazarlar da darmadağınık, tatlı bir edebiyat profesörü, Nabokov’un Pnin’i gibi bir şaşkolozluk bulabilirim. Kimi pazarlarsa belki Nâzım Hikmet olabilir, neden olmasın ya da Oktay Rifat kadar yakışıklı. Böyle şeyler… Ece Ayhan mı, almayayım, hiç sevmem.”


Bir tatilden daha fazlası: Kuzey Kıbrıs