ru24.pro
World News
Август
2024

KIRILMADIK NE KALDI? (8)

0

Devam...

VATAN NEDİR BİLİR MİSİNİZ?

Yoksa yurt dışı odaklı bir operasyon mu başlatılmıştı ülkemizde?

 Bu süreç iyi bir şekilde analiz edildiğinde; aslında ekonomik felaketin sesleri o kadar belirginleşmiş, piyasadaki etkisi o kadar çok hissedilir olmuştu ki!

 Ancak ne yazıktır ki, bu süreci yöneten dönemin siyasi iktidarları ve yöneticileri adım, adım yaklaşan ekonomik krizi, köklü tedbirler alarak değil, sadece günü kurtarmak adına çareler üreterek önlemeye çalışmışlardı!

  Ama sonuçta olan olmuş, Başbakan Ecevit ile Cumhurbaşkanı Sezer arasında yaşanan siyasi bir kriz; adeta keskin bıçak sırtında duran ülke ekonomisini paramparça etmiş, Türkiye’nin tüm dengeleri alt, üst olmuştu!

 Böylesine sıkıntılı bir süreç yaşayan toplumumuzun, tüm değer yargıları sanki alt üst olmuştu! İnsanımızın o kendine özgü yardımlaşma duygusu, doğal güzelliklere ve doğaya olan hassasiyeti, düşkünlüğü, bu sıkıntılı süreçte büyük yaralar almıştı!

Vahşi kapitalizmin o acımazsız etkilerinin çokçasına hissedildiği toplumumuzda; giderek artan bireyselleşmenin örnekleri görülmeye başlamış; insani duygularının yerini ise duyarsızlığın, vurdumduymazlığın tipik yansımaları almış gibiydi!

 Ne olmuştu bizim o güzel adetlerimize, örf ve geleneklerimizin toplumumuza yansıyan olumlu örneklerine?

 Biz değil miydik düşene, düşkün olana ilk yardıma koşan?

 Biz değil miydik komşusu açken tok duramayan?

 Biz değil miydik bayramların bereketini yoksullarla paylaşan?

 Biz değil miydik küçüklerini sevip, kollayan; büyüklerini sayıp, sarmalayan?

 Biz değil miydik ağaçların gölgesine ulaşmak adına, sabahları gün ışımadan, sımsıcak yataklarımızdan kalkıp, o körpecik fidanlara can suyu veren, kışın soğuğunda donmasınlar diyerek, eski elbiselerimizle sarıp, sarmalayan?

 Biz değil miydik sokaklarımızın süsü; ‘çomara, onun sevimli yavrularına’ sahip çıkıp, annelerimizin içelim diye verdiği sütleri gizlice onlarla paylaşan?

 Biz değil miydik mahallemizin süsü; ‘sarmana, tekire’; biriktirdiğimiz okul harçlıklarımızla, kasap Salih Amcadan ciğer alıp, onlara taşıyan?

 Biz değil miydik okullarımızı, hemen yanı başındaki parklarımızı süsleyen her mevsimin çiçeğini, solmasınlar diyerek, zamanlı, zamansız sulayan?

 Biz değil miydik dostlar, arkadaşlar tüm bu güzelliklerin, insani değerlerin sahibi olan?

 Ne değişti?

 Ne oldu bize?

 2000’li yıllar neler etti ülkemize?

 Pek tabii ki, yukarıda sıraladığım bize, bizim güzel insanlarımıza has bu özelliklerimizin tamamı yok olup, gitmemişti!

Ama ne yazık ki, 2000’li yıllar öncesinde toplumumuzun her kesiminde görülen ve yukarıda sıralamış olduğum bu değerler manzumesi; 2000’li yıllardan itibaren aranıp da bulunamayan, görmezden gelinen, yok olmaya yüz tutan güzelliklerimiz olarak hatırlanacaktı…

 Böylesine bir değişim sürecini büyük şehirlerin o kendine has görüntüleri içerisinde tespit etmek, bu çarpıcı farklılaşmayı gözlemlemek hem daha kolay, hem de daha üzücü oluyordu!

 Ben yaşamım boyunca aşığı olduğum Aziz İstanbul’da yaşayan bir yurttaş olarak, bu değişimi çok iyi gözlemleyebiliyordum.

 Her köşesi; yıllar öncesinin insani değerlerini, doğal güzelliklerini anlatan. Her semti dostluğu, kardeşliği yansıtan dünyanın en güzel şehirlerinin başında gelen ‘Güzel İstanbul’; toplumumuzun sergilediği bu değişimin büyük bir sahnesi, yaşayan tarihi ile günümüzün mukayesesinin yapılabileceği canlı bir kütüphanesi olmuştu adeta!

 Yedi tepeden bakardık İstanbul’a çocukluğumuzda…

 Her tepenin üstünden bambaşka bir görüntü, bambaşka bir sihir yerleşirdi hafızalarımıza.

 Boğazın iki yakasına takılırdı gözlerimiz ilkbaharda, her yanı rengârenk mimoza…

 Ne bir kule, ne de bir gökdelen! Sadece kız kulesi, Dolmabahçe’nin o muhteşemliği, Topkapı Sarayının o haşmetli duruşu, Sultanahmet ile Ayasofya’nın o sihirli görüntüsüyle sarmalanırdı o muhteşem doğa…