KISHORE MAHBUNANI’DEN ABD-ÇİN REKABETİNE DAİR GÜNCEL GÖRÜŞLER
Giriş
Geçtiğimiz hafta ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın yaptığı 3 günlük Çin ziyaretiyle yeniden uluslararası kamuoyunun gündemine gelen ABD-Çin rekabeti, hiç şüphesiz, 21. yüzyılda jeopolitika, küresel ekonomi ve uluslararası ilişkiler açısından en belirleyici dinamiklerinden birisi olacaktır. Bu iki süper gücün 21. yüzyılda birlikte hareket etmeleri gerektiğine dair daha önce Amerikalı ekonomist Fred Bergsten’in geliştirdiği G-2 vizyonu adlı özgün bir yaklaşım da mevcuttur. Ancak bunun dışında, özellikle ABD merkezli akademik ve siyasi yayınlarda genellikle yükselen Çin’in ABD ve Batı dünyası için büyük bir tehlike olacağı görüşü sıklıkla işlenmekte ve Sinofobi körüklenmektedir.
ABD-Çin ilişkileri, küresel ekonomi ve Çin dış politikası konusunda önemli bir isim olan Kishore Mahbubani (1948-), bu konuda söyledikleri ciddiye alınan ve genelde ABD karşıtı olarak kategorize edilmeyen önemli ve değerli bir kişidir. Singapurlu eski ünlü bir diplomat ve akademisyen olan Hint asıllı Mahbubani, ülkesi adına Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliği gibi üst düzey görevlerde bulunmuştur. Mahbubani, Ocak 2001-Mayıs 2002 döneminde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Başkanlığı görevini de icra etmiştir. Diplomatlığı süresince akademik kariyerine de devam eden Mahbubani, Singapur Ulusal Üniversitesi’ne (National University of Singapore) bağlı Lee Kuan Yew Okulu’nda (Lee Kuan Yew School of Public Policy) Dekanlık yapmış ve Kamu Politikaları Profesörü olmuştur. 1991-1992 döneminde Harvard Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde (Center for International Affairs) araştırmacı olarak da çalışan Singapurlu diplomat ve akademisyen, halen Singapur Ulusal Üniversitesi’nin Asya Araştırmaları Enstitüsü’nde ve misafir öğretim üyesi olarak Pensilvanya Üniversitesi’nde ders vermeye devam etmekte ve İtalya’daki Bocconi Üniversitesi’nin de mütevelli heyetinde yer almaktadır.
Mahbubani’nin ABD-Çin Rekabetindeki Güncel Görüşleri
İşte bu kadar önemli bir kariyere sahip olan Kishore Mahbubani, 21 Mart 2024 tarihinde ABD’nin New York şehrinde Asia Society‘nin düzenlediği bir etkinlikte konuşmacı olarak yer almış ve bir diğer önemli Çin uzmanı/gözlemcisi olan Orville Schell ile birlikte güncel ABD-Çin ilişkilerine dair çok önemli yorumlarda bulunmuştur. Bu yazıda, Mahbubani’nin konuşmasından önemli bölümler özetlenecektir.
Kishore Mahbubani, konuşmasına, ilk olarak, daha önce de defalarca değindiği şekilde 21. yüzyılda Asya’nın giderek daha fazla önem kazanacağı tespiti ve “Asya Yüzyılı” ifadesiyle başlamakta ve ABD-Çin ilişkilerini de yükselen Asya kıtası devletleri/ekonomileri bağlamında değerlendirmek gerektiğine vurgu yapmaktadır. Bu yüzyıl içerisinde dünyanın en önemli ekonomik güçlerinin ABD dışında neredeyse tamamen Asya’da yer alan ülkelerden oluşacağını (Çin, Hindistan, Japonya, Endonezya, Güney Kore) hatırlatan Singapurlu konuşmacı, 1960’larda dünyanın en büyük beş ekonomisi arasında tek bir Asya devletinin olmadığını, oysa günümüzde ilk beşteki üç ülkenin (Çin, Japonya, Hindistan) Asya kıtasından olduğunu belirtmektedir. Mahbubani, ABD-Çin ilişkilerine etki edecek ikinci önemli küresel dinamiğin dünya düzeninin tek kutupluluktan iki kutupluluk veya çok kutupluluğa evrilmesi olduğunu ifade etmektedir. Bu yüzyılda birçok önemli bölgesel gücün oluştuğunu iddia eden Mahbubani, bu bağlamda bazı devletlerin henüz bu yeni düzene uygun bir dış politika oluşturamadıklarını söylemektedir. Singapurlu deneyimli devlet adamına göre üçüncü önemli parametre ise, bu yüzyılda Batı medeniyeti ve kültürünün dominant karakteristiğini kaybetmeye başlaması ve diğer medeniyet ve kültürlerin de kendi etkilerini ve nüfuz alanlarını oluşturmaya ve Batı ile rekabet etmeye başlamalarıdır.
Bu arka plan bilgiler temelinde güncel ABD-Çin ilişkilerini yorumlayan Mahbubani, öncelikle, küresel liderliğini kaybetme riski yaşayan ABD’nin Çin karşısındaki tavrının gayet doğal, anlaşılır ve beklenen bir durum olduğunu ve bütün büyük güçlerin bu şekilde davranacağını söylemektedir. Ancak Mahbubani, bu durumu gözlemleyen ve bir ölçüde anlayan diğer devletlerin ABD’nin ne yapmak istediği ve bunları nasıl yapmak istediği konusunda akıl karışıklığı yaşadığını vurgulamaktadır. Bu bağlamda, Mahbubani, ABD’nin Çin’in ekonomik yükselişini ve uluslararası ticaretini engellemeye çalışması, Çin’deki Çin Komünist Partisi (ÇKP) rejimini devirmeye gayret etmesi veya Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne yaptığı gibi Çin’e çevrelemeye çalışmasının beyhude çabalar olduğunu belirterek, diğer devletlerin ABD’nin Çin’e yönelik politikasında ne gibi gerçekçi hedefler geliştirmek istediğini anlamaya çalıştıklarını vurgulamaktadır.
Daha sonra, oturumun diğer konuşmacısı olan Orville Schell’in Çin’in sıradan bir yükselen ekonomi olmayıp, dünyanın en önemli ekonomik ve siyasi güçlerinden biri olmaya aday, Marksist-Leninist (Maoist) esaslara göre yönetilen ve diğer devletleri (örneğin Kanada ve Filipinler) yabancılaştıran/korkutan bir devlet olduğu tespiti ve bu yöndeki sorusu üzerine yeniden söz alan Kishore Mahbubani, dünya nüfusunun yalnızca yüzde 12’sinin Batılı ülkelerde yaşadığını belirterek, Çin hakkında Batı medyasında yaratılan imajın dünyanın geri kalanında paylaşılmadığını söylemektedir. Dünyanın geri kalan ülkelerinde (Batı-dışı devletlerde) Çin’in, -genelde- dünya siyasetinde ve ekonomisinde geçmişteki etkisini ve gücünü kazanan ve uluslararası siyasette büyük bir medeniyet olarak yeniden söz sahibi olan bir güç olarak algılandığını iddia eden konuşmacı, tarihin akışı incelenirse aslında “Utanç Yüzyılı” döneminin Çin ve dünya tarihi açısından bir anomali olduğunu ve Çin’in zaten tarih boyunca hep önemli ve güçlü bir medeniyet/devlet olduğunu ifade etmektedir. Günümüzde devletlerin Çin’le ticaret yapmak veya yapmamak konusunda özgür olduklarını sözlerine ekleyen Mahbubani, doğası gereği ticaretin taraflara fayda sağlaması durumunda yapıldığını ve bu anlamda Çin’le ticaretin avantajlı olduğu için diğer ülkelerce tercih edildiğini söylemektedir. Bu bağlamda, Mahbubani’ye göre, Çin, diğer devletlerle onların çıkarlarına uygun şekilde ticaret yaptığı için başarılı olmakta ve dünyanın en çok dış ticaret yapan ülkesi haline gelmektedir. Daha sonra Schell’in Çin sistemine (tekno-otokrasi) yönelik eleştirilerine cevap veren Kishore Mahbubani, ABD’nin Çin’le yakınlaşmasını 1970’lerde (Nixon/Kissinger dönemi) halen Mao Zedong iktidardayken ve Maoist ilkeler günümüze kıyasla çok daha etkinken başlattığını hatırlatarak, jeopolitik yaklaşımda ve büyük güç rekabetinde ülke içi sistem ve dinamiklerin ön planda olmadığını ima etmektedir. ABD’nin diğer ülkelerin iç işlerine karışma alışkanlığını da eleştiren Mahbubani, bunun Birleşmiş Milletler (BM) ilkelerine (iç işlerine karışmama) aykırı olduğunu da sözlerine eklemektedir. ABD’nin bu konuda çifte standartlar uygulayan bir ülke olduğunu da belirten Singapurlu konuşmacı, buna örnek olarak ABD’nin uyguladığı Vietnam’la yakınlaşma politikasını göstermektedir. Mahbubani, konuşmasının bu bölümünde dünyadaki devletlerin çoğunun ABD’den vazgeçerek Çin’e yönelmeleri gibi bir durum olmadığı yönündeki tespitini de ifade etmekte ve birçok ülkenin ekonomik gelişimleri için her iki büyük güçle de dengeli ve faydalı ilişkiler kurma arayışında olduklarının altını çizmektedir.
Konuşmasının sonraki bölümünde jeopolitikanın doğasında güç olduğunu vurgulayan Kishore Mahbubani, Çin’in de iyiliksever bir devlet olmadığını ve kendi çıkarları için politikalar geliştirdiğini söylemekte, ayrıca yükselen bir yeni süper güç olarak Pekin’in bazı hatalar yaptığını kabul etmekte ve bu bağlamda özellikle “Dokuz Çizgili Hat” (nine-dash line) politikasının bölge ülkelerinde huzursuzluk yarattığını kabul etmektedir. Mahbubani, Çin’in Japonya, Güney Kore, Filipinler ve Hindistan’la ikili ilişkilerinde bazı sorunlar yaşadığını kabul etmektedir. Buna karşın, Güneydoğu Asya ülkelerinin bu bağlamda çok akıllı ve stratejik davrandıklarını da kaydeden Mahbubani, dünyanın birçok bölgesi/kıtasının aksine, çok farklı dini ve etnik grupların yaşadığı 660 milyonluk ve “Asya’nın Balkanları” olarak adlandırılan bu bölgede ASEAN gibi girişimlerin de etkisiyle hiçbir huzursuzluk/çatışma yaşanmadığını ifade etmektedir. Bu konuda bölge ülkelerinin jeopolitikayı bilmeleri ve esnekliklerini öne çıkaran Mahbubani, bölge ülkelerinin çok taraflı ve çok boyutlu dış politika yürüttüklerini sözlerine eklemektedir. Deneyimli konuşmacıya göre, bu, diğer bölgelere de örnek olacak bir dış politika yaklaşımıdır. Mahbubani, Çin’in dış politikadaki tavrı konusundaki endişeler bağlamında ise, bölge ülkelerinin Çin’in süper güce dönüşmesi sürecini yakından takip ettiklerini ve dış politikalarını buna göre ayarladıklarını söyleyerek, Çin’in hâkim güce dönüşmesi durumunda bölgede kaos ve istikrarsızlık oluşacağı ihtimalini dışlamaktadır. Bu konuda, Mahbubani, özellikle hem ABD, hem de Çin’le iyi ilişkiler geliştirmeyi başaran Endonezya örneğini öne çıkarmakta ve bölgede savaşların çıkmasına ve ticaretin engellenmesine mani olan Asya siyasetindeki ve halklarındaki bilgeliği övmektedir.
Konuşmasının son bölümünde ABD-Çin ilişkilerinde son yıllarda gelişen karşılıklı “stratejik güvensizlik” (strategic mistrust) konusuna odaklanan Mahbubani, Çin’in Anglo-Sakson medyasında yansıtıldığı gibi çökmediğini veya gerilemediğini, tam tersine daha şimdiden bir süper güce dönüştüğünü söylemekte ve Çin’in ekonomisindeki bazı sorunlarına karşın yükselişinin durdurulmasının imkânsız olduğunu belirtmektedir. Bu önlenemez yükselişin 1,4 milyarlık Çinlinin yükselme istenci ve kararlılığından kaynaklandığını belirten Kishore Mahbubani’ye göre, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping de diğer devletlerin/halkların nezdinde güvenilir ve saygın bir lider durumundadır ki, konuşmacıya göre ülkelerin siyasi tercihlerinde liderlerin kişilikleri de önemli bir rol oynamamaktadır. Bu nedenle, Mahbubani, ABD-Çin ilişkilerinin çatışmacı temelde değil, küresel ekonomi ve siyasete yön verecek yapıcı bir şekilde gelişmesi gerektiğini ve bunun hem ABD, hem de dünyanın geri kalanı için -özellikle iklim değişikliği bağlamında- vurgulayarak sözlerine son vermektedir.
Sonuç
Kishore Mahbubani’nin konuşmasını değerlendirmek gerekirse, yazarın/konuşmacının Çin konusundaki iyimser görüşlerini koruduğu ve daha da geliştirdiği ve bu bağlamda ABD ile Çin arasında yaratılan rekabet yaklaşımına farklı bir yaklaşım geliştirmeye çalıştığı söylenebilir. Ancak Mahbubani’nin de belirttiği üzere, özellikle ekonomik temelde düşünme alışkanlığı zayıf olan devletlerin stratejik tavırları genelde diğer güçleri engelleme ve kendi ulusal çıkarlarını maksimize etme yönünde geliştiğinden, ABD-Çin ilişkilerinin yakın gelecekte daha rekabetçi bir temele oturtması ve Washington’ın Pekin’e bazı kısıtlamalar getirmesi gayet mümkün, hatta olası gözükmektedir. Buna karşın, Çin’in yükselişine dair endişeleri gidermek ve küresel ekonomi ve halkların aleyhine olabilecek politikalar uygulamamak için, iki ekonomik dev, oyunun kuralları ve bazı kırmızıçizgiler konusunda uzlaşabilir ve bu uzlaşılarını sürdürmek için çeşitli mekanizmalar oluşturabilirler. Bu, Türk-Yunan ilişkilerinden tutun başka birçok sorunlu ikili ilişkilde uygulanan ve genelde pozitif sonuçlar üreten bir yaklaşımdır. Bunu yapabilecek entelektüel ve diplomatik birikim de ABD’de ve Çin’de fazlasıyla mevcuttur. Bu nedenle, bizce, demokratik seçimlerin olduğu ABD’de Çin konusunun iç siyasette kullanılmasının yarattığı olumsuz etkiler bir kenara koyulursa, ABD-Çin ilişkilerinde keskin bir kopuş yaşanması iki tarafın da lehine olmayacaktır. Dolayısıyla, bunu öngören birikimli ve sağduyulu kişilerin devreye girmesiyle, ilişkiler rekabet ve iş birliği temelinde ilerlemeye devam edebilir. Doğru da olan bizce kesinlikle bu yöntemdir.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ